Avrupa Birliği ile NATO Denkleminde Türkiye Paradigması

Özel Haber Analizi | Haziran 2025

Türkiye, ne sadece doğunun ne sadece batının parçası. Jeopolitik bir kavşak, tarihsel bir oyuncu ve günümüzde her iki blok için de vazgeçilmez bir stratejik ortak. Ancak bu çok yönlülük, Türkiye’yi bir avantaj kadar ikilemlerle dolu bir pozisyona da yerleştiriyor. Bugün Avrupa Birliği ile NATO’nun kesiştiği alanda Türkiye’nin konumu, yalnızca üyelik statüleriyle değil, aynı zamanda küresel sistemde değişen güç dengeleriyle belirleniyor. Ve bu yeni dönemde Türkiye, artık eski paradigmalara sığmıyor.

NATO’da Kilit Oyuncu: Türkiye’siz Bir Güvenlik Mimarisi Mümkün mü?

Türkiye, 1952’den bu yana NATO üyesi. Ancak NATO-Türkiye ilişkileri özellikle son 10 yılda bambaşka bir boyuta taşındı. Türkiye, sadece bir askeri üs ülkesi değil; doğrudan operasyonlara yön veren, bölgesel çatışmalarda strateji belirleyen bir aktör. Afganistan’dan Libya’ya, Karadeniz’den Suriye’ye kadar birçok cephede Türkiye’nin NATO için ne kadar kritik olduğu kanıtlandı. Aynı şekilde İsveç ve Finlandiya’nın üyelik süreçlerinde ortaya koyduğu diplomatik manevra, NATO'daki veto hakkının sadece sembolik değil, etkili bir kart olduğunu da gösterdi. Ancak, Türkiye’nin Rusya ile geliştirdiği ilişkiler, özellikle S-400 savunma sistemi alımı, NATO içinde ciddi soru işaretleri yarattı. Bu durum Türkiye’yi ittifakta hem “vazgeçilmez” hem de “tartışmalı” bir aktör haline getirdi. İşte bu çelişki, Türkiye’nin NATO içindeki yeni paradigmasını oluşturuyor: bağımlı değil, etkili ama sorgulanan ortak.

Avrupa Birliği: Sonsuz Bekleyişin Kıyısında Bir Ortak

Türkiye’nin AB üyelik süreci artık resmen donmuş durumda. Ankara, 1999’da aday ülke ilan edildi; ancak aradan geçen 25 yılda tam üyelik değil, “stratejik ortaklık” bile sağlanamadı. Bunun sebepleri elbette çok boyutlu: Kıbrıs meselesi, insan hakları tartışmaları, Türkiye’deki yönetim biçimi, göç politikaları… Ancak asıl mesele şurada: Avrupa, Türkiye'yi tam anlamıyla “içeride” görmek istemiyor ama “dışarıda” bırakmanın da risklerini biliyor. Zira Türkiye olmadan enerji güvenliği, göç yönetimi, terörle mücadele gibi konularda AB’nin sınırları adeta savunmasız hale geliyor. Bu denklem Türkiye’ye şunu söylüyor: Avrupa için vazgeçilmezsin, ama asla eşit ortak olmayacaksın. Ve bu denklem, Türkiye’nin artık AB’ye üyelikten çok, yeni bir ilişki modeline yönelmesini kaçınılmaz kılıyor.

Yeni Paradigma: Çok Kutuplu Türkiye

Türkiye artık tek eksenli dış politika yürüten bir ülke değil. ABD ile askeri iş birliğini sürdürürken; Rusya ile enerji ve savunma iş birlikleri kurabiliyor. Çin ile Kuşak-Yol hattında yer alabiliyor, Körfez ülkeleriyle diplomatik açılımlar yapabiliyor. Bu çok yönlülük, klasik NATO-AB bloğu içinde “rahatsız edici” bir özgüven gibi algılanıyor. Ama gerçek şu: Türkiye, küresel güç haritasında sabit değil, hareketli bir oyuncu. Bu da onu klasik batı-doğu ikileminin dışında konumlandırıyor. Ne tamamen Batı’ya angaje, ne de bütünüyle alternatif bloklara yaslanan bir dış politika…

Türkiye’nin Elindeki Kartlar

Coğrafya: Karadeniz, Orta Doğu ve Balkanlar’ın tam merkezinde. Askerî Güç: NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip. Enerji Koridoru: Güney Gaz Koridoru, TANAP, TürkAkım gibi projelerde ana aktör. Göç Yönetimi: Avrupa’nın Suriyeli mülteciler konusunda bağımlı olduğu ülke. Stratejik Otonomi: SİHA teknolojisiyle bölgesel krizlerde oyun değiştirici rol. Tüm bunlar, Türkiye'ye Avrupa Birliği ve NATO denklemi içinde özel ama karmaşık bir konum kazandırıyor. Ne dışlanabilir ne de tam olarak sahiplenilebilir.

Türkiye Artık “Talep Eden” Değil, “Şart Koyan” Taraf

Avrupa ve NATO, Türkiye ile kurdukları ilişkiyi revize etmek zorunda. Çünkü eski yöntemlerle yeni Türkiye’ye yön verilemez. Ankara artık sadece "davet edilen" bir aktör değil; masayı şekillendiren, hatta gerektiğinde kendi masasını kuran bir pozisyonda. Ve bu yeni paradigma, Türkiye’nin artık tek taraflı taahhütler değil, çok taraflı çıkar dengesi üzerinden ilerleyeceğini gösteriyor. Batı, Türkiye’yi sadece “birliğe entegre” etmekle değil, aynı zamanda “eşit ve etkili ortak” olarak tanımakla yükümlüdür. Aksi halde hem NATO’da hem Avrupa’da eksik bir güvenlik zinciri kaçınılmaz olur. “Jeopolitik gerçeklik, siyasi tercihten daha güçlüdür. Türkiye, bu gerçeğin adıdır.”

Kaynaklar: Dışişleri Bakanlığı verileri, BM raporları, Uluslararası ajans analizleri