Bosna-Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı ve önde gelen düşünürü Aliya İzzetbegoviç, 8 Ağustos 1925’te Bosanski Şamats şehrinde doğdu. Köklü bir aileye sahip olan İzzetbegoviç’in dedesi, Osmanlı döneminde İstanbul’da askerlik yaptıktan sonra Bosna’ya yerleşmiş, ailenin etkili bir rol oynamasını sağlamıştı. Babası Mustafa ise çocuklarının iyi bir eğitim alabilmesi için Aliya’yı henüz iki yaşındayken Saraybosna’ya taşımıştı.
Genç yaşlarından itibaren dinî ve entelektüel bir eğitim alan İzzetbegoviç, Saraybosna Birinci Erkek Lisesi’nde Batı felsefesiyle tanıştı ve kısa bir süreliğine fikirsel sarsıntılar yaşasa da İslâmî kimliği hayatının yönünü belirledi. Lise yıllarında Genç Müslümanlar Derneği’ne katılarak sosyal ve yardım faaliyetlerinde aktif rol aldı.
II. Dünya Savaşı sırasında bölgedeki siyasi karmaşa, İzzetbegoviç’in İslâmî faaliyetleri nedeniyle defalarca tutuklanmasına yol açtı. 1946’da hapse atılan İzzetbegoviç, üç yıl süren tutukluluğun ardından serbest bırakıldı. Daha sonra hukuk eğitimi aldı ve çeşitli kurumlarda hukuk danışmanı olarak çalıştı.
İSLÂMÎ DÜŞÜNCE VE SİYASİ LİDERLİKTE BİR SEMBOL
İzzetbegoviç’in entelektüel birikimi ve İslâmî düşünceye bağlılığı, 1970’te yayımlanan “İslâm Deklarasyonu” ile büyük yankı uyandırdı. Bu eser, Yugoslavya’daki Müslümanların ve dünya Müslümanlarının içinde bulundukları durumlara dikkat çekerek sorumluluklarını hatırlatıyordu. Ancak eser, onu siyasi baskılara da maruz bıraktı. 1983’te “Saraybosna süreci” kapsamında tekrar tutuklandı ve uzun yıllar hapis yattı.
Siyasi ortamın değişmesiyle 1988’de serbest bırakılan İzzetbegoviç, 1990 yılında Demokratik Eylem Partisi’ni kurarak aktif siyasete döndü. 5 Aralık 1990 seçimlerinde Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı oldu. 1 Mart 1992’de yapılan referandumla ülkenin bağımsızlığını ilan etti. Sırp saldırılarına rağmen liderlik ederek üç yıl süren savaşın sona ermesini sağlayan Dayton Antlaşması’nın imzalanmasında önemli rol oynadı.
Aliya İzzetbegoviç, yalnızca bir siyasetçi değil, aynı zamanda felsefî derinliği ve İslâmî bakışıyla tanınan bir düşünürdü. En bilinen eserleri arasında “Doğu ve Batı Arasında İslâm” ve “İslâm Deklarasyonu” yer alır. İzzetbegoviç, İslâmiyet’i yalnızca bir din olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve ahlâkî bir düzen olarak savunmuş, din ve kültürün insan hayatındaki önemini vurgulamıştır.
Bosna-Hersek’in yeniden yapılanmasında ve demokratikleşmesinde kritik rol üstlenen Aliya İzzetbegoviç, 19 Ekim 2003’te hayatını kaybetti. Bugün, hem Bosna-Hersek’te hem de uluslararası alanda özgürlük, adalet ve insan hakları mücadelesinin simgesi olarak hatırlanıyor.
YAŞAMI
8 Ağustos 1925’te Bosna-Hersek’in Bosanski Şamats (Šamac) şehrinde doğan Aliya İzzetbegoviç, köklü bir ailede yetişti. Küçük yaşlardan itibaren dinî eğitim alan İzzetbegoviç, Saraybosna’da Birinci Erkek Lisesi’nde öğrenim gördü ve gençlik yıllarında hem Batı felsefesi hem de İslâmî düşünceyle ilgilenerek entelektüel birikimini geliştirdi.
İzzetbegoviç, gençlik döneminde Genç Müslümanlar Derneği ve el-Hidâye Derneği gibi kuruluşlarda aktif görev aldı. II. Dünya Savaşı ve sonrasındaki siyasi baskılar nedeniyle tutuklanıp hapse atıldı. 1983’te “Saraybosna süreci” kapsamında tekrar hapse konan İzzetbegoviç, 14 yıl süren mahkûmiyetin ardından 1988’de serbest bırakıldı.
Serbest kalmasının ardından, 1990 yılında Demokratik Eylem Partisi’ni kurarak aktif siyasete döndü ve 5 Aralık 1990’da Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı seçildi. 1 Mart 1992’de yapılan referandumla ülkenin bağımsızlığını ilan eden İzzetbegoviç, Sırp saldırılarına rağmen liderlik ederek üç yıl süren savaşın sona ermesini sağlayan Dayton Antlaşması’nın imzalanmasında kritik rol oynadı.
Aliya İzzetbegoviç, yalnızca bir siyasetçi değil, aynı zamanda felsefî derinliği ve İslâmî bakışıyla tanınan bir düşünürdü. 1970’te yayımlanan “İslâm Deklarasyonu” ile Yugoslavya’daki Müslümanların ve dünya Müslümanlarının içinde bulundukları durumlara dikkat çekti. “Doğu ve Batı Arasında İslâm” adlı eseri ise İzzetbegoviç’in İslâm düşüncesine ve kültürel medeniyetlere dair bakış açısını ortaya koyar. O, İslâmiyet’i sadece bir din olarak değil, toplumsal ve ahlâkî bir düzen olarak savundu.




