Tarihte Bugün

Gözleri görmedi, gönülleri gördü: Aşık Veysel kimdir?

Anadolu’nun sazla söylenen hikâyesi, sözle çalınan türküsü… Gönül gözüyle gören, sesiyle yüzyılları aşan bir halk ozanı: Aşık Veysel Şatıroğlu. Cumhuriyet’in doğuşuna, halkın uyanışına, Türkçenin kudretine tanıklık eden bu büyük halk aşığı, yalnızca bir şair değil, bir halkın hafızasıydı.

Anadolu’nun sazla söylenen hikâyesi, sözle çalınan türküsü… Gönül gözüyle gören, sesiyle yüzyılları aşan bir halk ozanı: Aşık Veysel Şatıroğlu. Cumhuriyet’in doğuşuna, halkın uyanışına, Türkçenin kudretine tanıklık eden bu büyük halk aşığı, yalnızca bir şair değil, bir halkın hafızasıydı.

Sivas’ın Sivrialan Köyünde Başlayan Sessiz Bir Destan

Veysel Şatıroğlu, 25 Ekim 1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan Köyünde dünyaya geldi. Ailesi çiftçiydi, hayatları toprağın bereketine ve alın terine bağlıydı. Ancak küçük yaşta geçirdiği çiçek hastalığı, onun tüm hayatını değiştirdi. Henüz yedi yaşındayken gözlerini kaybetti. Bir başka deyişle, dünya gözlerinden silindi; ama gönlünde başka bir pencere açıldı.

Kardeşinin ölümünden duyduğu derin acı ve yalnızlıkla boğuşan Veysel’e, ailesi bir gün bir bağlama hediye etti. İşte o gün, Anadolu toprağı, bin yıllık şiirini Veysel’in parmaklarından yeniden dinlemeye başladı.

Saz, Onun Gözü; Türkü, Onun Yoluydu

Aşık Veysel, usta halk ozanları Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal ve Emrah’tan ilham aldı. İlk yıllarında onların eserlerini çaldı, söyledi. Fakat kısa sürede kendi dizeleriyle, kendi yoluyla yürümeye başladı. Aşkı, dostluğu, ölümü, toprağı ve Cumhuriyet’i işledi.

En çok da insanı anlattı. Ne ırk, ne dil, ne zenginlik umurunda oldu. En meşhur dizelerinde dediği gibi:

“Benim sadık yârim kara topraktır…”

Cumhuriyet’in Aşığı, Atatürk’ün Takdir Ettiği Ozan

Aşık Veysel, yalnızca bir köy ozanı değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in kültür elçilerinden biriydi. 1931’de dönemin valisi Ali Rıza Bey tarafından fark edildi ve Mustafa Kemal Atatürk’e sunulmak üzere yazdığı şiirle Ankara’ya götürüldü.

Atatürk’ün manevi desteğiyle, farklı illerde Halk Evleri ve Köy Enstitüleri bünyesinde çalışmaya başladı. Sazıyla Anadolu’yu karış karış gezdi. Okuma yazması olmayan, görmeyen bir halk ozanı; onlarca öğretmene, yüzlerce çocuğa Türkçe’nin, halk kültürünün ve insan sevgisinin ne demek olduğunu anlattı.

Dostlar Beni Hatırlasın…

Yalnızlık, Aşık Veysel’in kader arkadaşıydı. Hayatında iki evlilik yaptı, çocukları oldu ama pek çok kayıpla da yüzleşti. Şiirleri hep hüzünlü, ama her zaman kabullenişin ve tevazunun sesiydi.

En çok da insanlığa bıraktığı şu dizeyle hatırlanır:

“Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece…”

Bu yolculuk 21 Mart 1973’te sona erdi. Aşık Veysel, doğduğu topraklara; Sivrialan’a defnedildi. Ancak adı, Türkiye’nin dört bir yanında okullarda, caddelerde, şiirlerde ve gönüllerde yaşamaya devam etti.

Sadece Aşık Değil, Aynı Zamanda Bir Filozof

Aşık Veysel’in dili sadeydi ama anlamı derindi. O, Anadolu’nun Mevlânâ’sı gibiydi. Ayrım gözetmedi, insanı sevdi, doğayı yüceltti. Sazı, sadece bir enstrüman değil; bir vicdan aracı, bir hakikat sesi oldu.

Bugün onu dinleyenler, sadece bir türkü değil; bir hayat dersi, bir felsefe, bir ahlak dinler.

Onun İçin Ne Denebilir ki Başka?

Gözleri görmeyen ama çağları gören, sazıyla düşünceyi işleyen, şiiriyle insanlığa ayna tutan bir efsane: Aşık Veysel.

Bugün hâlâ milyonların dilinde onun sesi yankılanıyor… Çünkü o, bu toprağın sesi, bu milletin kalbi olarak yaşamaya devam ediyor.