Teknolojinin hızla ilerlemesi, bireylerin günlük yaşamını kolaylaştırırken aynı zamanda özel hayatın gizliliği konusunda ciddi riskler doğurmuştur. İnternet, sosyal medya, akıllı telefonlar ve çeşitli uygulamalar aracılığıyla bireylerin kişisel verileri sürekli olarak işlenmekte, depolanmakta ve analiz edilmektedir. Bu durum, hem anayasal düzeyde korunan özel hayatın gizliliği hakkını hem de 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) kapsamında güvence altına alınan kişisel veri hakkını doğrudan ilgilendirmektedir.
KVKK, kişisel verilerin işlenmesini belli esas ve şartlara bağlamış, veri sorumlularına önemli yükümlülükler getirmiştir. Kanun, verinin hukuka uygun olarak işlenmesi, belirli, açık ve meşru amaçlarla toplanması, işlendikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olması gibi temel ilkeleri düzenlemiştir. Ayrıca, verilerin işlenmesi için kural olarak ilgili kişinin açık rızasının alınması zorunludur. Ancak kanunda sayılan istisnai hallerde örneğin, bir sözleşmenin kurulması veya kanuni yükümlülüğün yerine getirilmesi için zorunlu olduğunda, açık rıza aranmamaktadır.
Kişisel verilerin korunması yalnızca bireylerin mahremiyet hakkı açısından değil, aynı zamanda demokratik toplum düzeni bakımından da önem taşır. Zira kişisel veriler, bireylerin tercihlerini, alışkanlıklarını, sosyal ilişkilerini ve ekonomik davranışlarını ortaya koyan verilerdir. Bu bilgilerin izinsiz biçimde toplanması veya paylaşılması, bireylerin özgür iradesini zedeleyebilir, dijital gözetim ve profil oluşturma risklerini artırabilir. Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR), bu alanda dünya çapında bir standart oluşturmuş; KVKK da büyük ölçüde bu tüzükle paralel hükümler içermektedir.
Uygulamada en sık rastlanan ihlallerden biri, veri sorumlularının aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmemesi veya açık rıza beyanlarını geçersiz biçimde almasıdır. Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun kararlarında, sosyal medya şirketlerinin, e-ticaret sitelerinin ve mobil uygulamaların, kullanıcı verilerini reklam veya pazarlama amacıyla üçüncü kişilerle paylaşmalarının sıkça cezalandırıldığı görülmektedir. Bu tür işlemler, veri sahibinin bilgilendirilmemesi veya rızasının alınmaması nedeniyle hukuka aykırıdır. Kurul, bu ihlallerde idari para cezaları yanında, verilerin silinmesi veya imhası yönünde de karar verebilmektedir.
Öte yandan bireylerin de dijital farkındalık düzeyini artırması gerekmektedir. Kişisel veriler, yalnızca devlet kurumlarının ya da şirketlerin korumasına bırakılmamalı; bireyler de verilerini paylaşırken bilinçli davranmalıdır. Basit bir e-posta kaydı, bir mobil uygulamaya verilen erişim izni veya çevrimiçi alışveriş sırasında paylaşılan bilgiler bile, doğru yönetilmediğinde ciddi ihlallere neden olabilir. Bu nedenle, kişisel veri koruma kültürü, hukuki düzenlemelerin ötesinde bir toplumsal bilinç meselesi olarak ele alınmalıdır.
Sonuç olarak, dijital çağda özel hayatın gizliliğini korumak, hem bireysel hem kurumsal sorumluluk gerektiren bir süreçtir. Hukuki düzenlemeler, teknolojinin hızlı değişimi karşısında sürekli güncellenmeli; veri güvenliği, ifade özgürlüğü ve kamu yararı arasındaki denge özenle korunmalıdır.