Biz diyetisyenler gerek kendi kişisel deneyimimiz vasıtasıyla gerek birbirinden farklı veriler sunan danışanlarımızın kendilerine özel beslenme öyküleri aracılığıyla ortak bir eyleme rastlıyoruz: ‘Kaçınma’ eylemi.
Dürüst olalım hayatımızın bir döneminde hepimiz bir sebeple o karbonhidrattan kaçındık, o direnç kiloyu kırmak için ketojenik diyet çatısı altında o yağı tüketmedik, o elbiseyi giyebilmek için katkı şeker içeren o tatlıyı yemedik, ve kaçındık. Hatta kaçınamadığımızda suçlu hissettik, pişman olduk ve bazılarımızda bu daha da ileri gitti ve yemek yemek suçu hissettirir hale geldi. Oysa bu davranış biçimi bir diyet anlayışı olmadığı gibi sadece beynimize değil aynı zamanda bedenimize de kıtlık sinyali veriyordu. Zihnimizi,’ bedenimizi alarma geçiren kıtlık psikolojisi’ dediğimiz duruma maruz bırakıyordu.
Beynimiz verdiğimiz komutları uygulamak üzerine programlı. Siz ‘yememeliyim’ dediğiniz an itibari ile beyne ne yememesi gerektiğini hatırlatıyorsunuz ve ona odaklanmaya başlıyor. Bu efor ise vücutta belli bir fizyolojik strese yol açarak tetikleyicisi stres olan kortizol hormonu salınımını uyararak yağ depolanmasını arttırıyor. Kilo vermek amacıyla edindiğimiz bu davranış biçimi ise kilo almamıza sebep oluyor. Kendi ellerimizle yarattığımız çelişki sizce de çok ilginç değil mi?
Bu davranış biçiminin uzun vade etkilerine baktığınızda kısıtlanmış çikolata yeme isteği bir noktada durdurulamaz hale geliyor ve dolaptaki tüm çikolataları yemek ile sonuçlanabiliyor bununla da kalmıyor kişi kendini suçlu ve iradesiz hissettiği çıkmaz bir döngüye giriyor. Hatta suçluluk hissi öyle ağır basıyor ki bunun iradesizlik değil de biyolojik bir savunma mekanizması olduğunu göremiyor.
Peki bu çıkmaz döngünün asıl suçlusu kim? Sürekli kaçınma/kısıtlama eylemi.
Binlerce yıl boyunca insanı hayatta tutan güç hayatta kalma güdüsüydü. Besine ulaşamamak; insan için her şeyden güçlü olan hayatta kalma güdüsü için müthiş bir tehditti. Adeta bedenimiz için bir kıtlık ilüzyonu yarattığımız modern çağda da biyolojisi gereği insan bedeni; aynı uyarana; aynı tepkiyi veriyor aslında.
Vücudumuza aldığımız enerjiyi sürekli kısıtladığımızda şu anda da bizi agresif bir açlık hissi karşılar ve bu his çoğunlukla mücadele edilemez hale gelerek aşırı yeme ile sonuçlanır. Aşırı yeme ile suçluluk duygusu ağır basar ve biz vücudumuza alınan enerjiyi yeniden kısıtlayarak kısır bir döngüye gireriz. Bu döngüde bedenimiz alarma geçerek; kortizol hormonu salgılar ve ‘aç kalacağım’ korkusuyla vücuda alınan enerjiyi tamamen kendini hayatta tutmak amacıyla, yağ olarak depolanmaya başlar. Danışanlarımızdan ‘Su içsem yarıyor’ cümlesi de tam bu noktada en sık duyduğumuz cümlelerden biridir.
Peki ne yapacağız? Nasıl bu kıtlık psikolojisinin yarattığı kısır döngüden kurtulacağız?
Cevap aslında çok basit. Denge. Bedenimizi ve zihnimizi kıtlık bilincinden kurtarmanın tek yolu bu.
Her şeyde olduğu gibi beslenmemizde de denge sağladığımızda, bedenimizle aramızda müthiş bir güven duygusu inşa etmiş oluyoruz. Örneğin bir öğünde yediğin hamburgerin seni yolundan çıkarmadığını, bir kez yediğin bir öğünün sana kilo aldırmadığını onun yerine her günkü davranış kalıplarının seni sen yaptığını bilmek bedenimizle kurduğumuz güven duygusunun bir göstergesidir. Hem sağlık şeklinde adlandırdığımız kavram, bütünsel bir kavramdır. Sadece bedenin sağlıklı olması yeterli değildir. Zihnin de en az beden kadar sağlıklı ve dengede olmalıdır ki gerçekten ‘sağlıklı olmaktan’ söz edilebilsin.
İşte tam da bu yüzden zihinden ‘yasaklar’ çıkarılmalı onun yerine, dengeleme ve porsiyon farkındalığı kavramları kullanılmalıdır.
Bedenimizden ise onu uzun süre aç bıraktığımız davranış biçimleri ortadan kaldırılmalıdır ve onun yerine, bedenimizi belli bir porsiyon kontrolünde ve dengede beslediğimiz davranış biçimleri hayatımızın bir parçası haline getirilmelidir.
Dengeli, düzenli, sağlıklı beslenme sadece yediklerimizle ilgili olsaydı; bugün diyet yapan herkes sağlıklı olurdu ve biz bu insanların problemlerini hala konuşuyor olmazdık. Bu şartlar bize açıkça gösteriyor ki problem ne sadece bedenimizden ne de sadece zihnimizden kaynaklanıyor. Problem de sağlık kavramı gibi bütünsel. Çözüm ise zihin ve bedenin dengesinde. Kendini sürekli eksik hisseden bir zihin, ağzın yedikleri ile doygunluğa ulaşamaz. Kıtlık psikolojisi içinde mücadele eden bir beden, genetik kodları gereği güven duygusunu hissedemez.
Ancak zihnen ve bedenen dengede yaşayan kişiler; kıtlık psikolojisinin yarattığı kısır döngüyü kırabilir, beslenmelerindeki dengeyi keşfedebilir ve gerçekten sağlıklı olabilir.
Bu siteye yazılan köşe yazıları Türkinform'un editöryal politikasını yansıtmamaktadır. Köşe yazılarındaki görüşler yalnızca yazarları ilgilendirmektedir.