Sırrı Süreyya Önder'in vasiyeti nedir, Şeyh Galip'in Naatı ne anlatıyor, içeriği ne? Bu sorular, son dönemde edebiyat ve siyaset çevresinde yoğun şekilde gündeme geldi. Ünlü siyasetçi, yazar ve yönetmen Sırrı Süreyya Önder’in hayatını kaybetmesinin ardından ortaya çıkan vasiyeti, onun manevi yönünü ve edebiyata olan derin bağlılığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu içerikte, vasiyetinin arka planı, Şeyh Galip'in Naatı'nın anlamı, edebi değeri ve tasavvufi boyutları özgün bir şekilde ele alınıyor.
Sırrı Süreyya Önder’in Vasiyeti Nedir?
Sırrı Süreyya Önder’in hayatı boyunca hem halkın içinde hem de fikir dünyasının merkezinde olmayı tercih ettiği biliniyor. Vefatından sonra ortaya çıkan vasiyeti ise onun bu derinliğini bir kez daha doğruluyor. “Tabutumun ardından Şeyh Galip’in Naatı’nı okuyun” şeklindeki vasiyeti, onun dünyaya bakışını, ölüm anlayışını ve maneviyatla olan bağını net bir şekilde ifade ediyor.
Bu vasiyetin ortaya çıkışı, yazar Tarık Tufan'ın sosyal medya paylaşımıyla öğrenildi. Önder’in bir cenaze töreninde Tufan’a dönerek bu dileğini ilettiği ve bunun vasiyet niteliğinde olduğunu söylediği ortaya çıktı. Bu cümle, sadece bir edebî tercih değil; aynı zamanda derin bir yaşam felsefesinin dışa vurumu olarak yorumlanıyor.
Sırrı Süreyya Önder Kimdir?
Sırrı Süreyya Önder, Türk siyasetinin sivri dilli, nüktedan ve aynı zamanda kültürel birikimi yüksek isimlerinden biriydi. Senaristlikten yönetmenliğe, gazetecilikten milletvekilliğine kadar uzanan çok yönlü bir kariyere sahipti. Sanatla iç içe olan yaşamı boyunca, yalnızca politik duruşuyla değil; aynı zamanda toplumsal duyarlılığı, şiire olan ilgisi ve edebiyatla kurduğu bağla da dikkat çekti.
Hayatı boyunca “devrimci derviş” olarak anılan Önder, laiklik, özgürlük ve insan hakları gibi evrensel değerleri savunurken, Anadolu’nun tasavvuf geleneğiyle de güçlü bir bağ kurmayı ihmal etmedi. Vasiyeti de bu sentezin bir yansıması niteliğinde.
Şeyh Galip Kimdir?
Şeyh Galip, klasik Türk edebiyatının 18. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden biridir. Asıl adı Mehmed Esad olan şair, Mevlevî tarikatına mensuptur ve hem Divan edebiyatının hem de tasavvufi şiirin zirve isimleri arasında kabul edilir. En çok bilinen eseri Hüsn ü Aşktır ve bu eser, aynı zamanda onun şiir anlayışının, tasavvufi derinliğinin ve sanatsal dehasının bir göstergesidir.
Şeyh Galip’in edebiyat dünyasındaki yeri sadece estetik değerlerle sınırlı kalmaz; aynı zamanda onun şiirleri, maneviyat ve tasavvuf açısından da çok güçlü bir içeriğe sahiptir. Bu nedenle, onun kaleme aldığı bir naatın bir cenazede istenmesi, manevi bir yolculuğun simgesi olarak değerlendirilebilir.
Şeyh Galip’in Naatı Nedir?
Şeyh Galip’in naatı, Hüsn ü Aşk adlı mesnevinin giriş bölümünde yer alır ve Hz. Muhammed’e duyulan derin sevgiyi ifade eder. Bu eser, sadece Peygamber sevgisini değil, aynı zamanda hakikate ulaşma çabasını ve ilahi aşkı anlatan, alegorik ve sembollerle dolu bir metindir. Naat bölümü ise bu büyük eserin manevi açılışı niteliğindedir.
Naat, geleneksel olarak Hz. Muhammed’i övmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Şeyh Galip’in kaleminden çıkan bu özel naat ise hem diliyle hem de anlam dünyasıyla oldukça derin bir yapıdadır. Önder’in bu şiiri seçmiş olması, onun yaşamının sonuna kadar estetik ve manevi değerlere verdiği önemi gösteriyor.
Naatın Başlangıç Dizeleri ve Anlamı
Şeyh Galip’in naatı şu beyitle başlar:
Ey bahr-i bi-kenâr-ı kemâlât-ı Mustafa
Kim sen gibi olamaz ana her ne kim ola
Bu dizeler, Hz. Muhammed’in kemal mertebesine ulaşan sınırsız bir deniz gibi olduğunu anlatır. O'nun benzerinin olmayacağı, evrendeki en yüce varlık olduğu vurgulanır. Şair, mecazlarla bezenmiş bu dizelerle Peygamber’e duyduğu hayranlığı ve aşkı dile getirir. Bu naat sadece bir şiir değil, aynı zamanda bir teslimiyet ve hayranlık ifadesidir.
Naatın Edebi Değeri
Şeyh Galip’in bu naatı, Divan edebiyatı içinde önemli bir yere sahiptir. Belagat (güzel söz söyleme sanatı), mecaz, teşbih, istiare gibi birçok edebi sanat bu eser içinde ustalıkla kullanılmıştır. Ayrıca dil yapısı Osmanlıca’nın en rafine örneklerinden biridir. Bu nedenle, hem edebiyat araştırmacıları hem de tasavvuf meraklıları için özel bir metindir.
Sırrı Süreyya Önder gibi bir ismin böyle bir metni vasiyet etmesi, yalnızca manevi bir tercih değil, aynı zamanda edebi bir duruş olarak da değerlendirilebilir. Bu tercihle, hem şiire hem de geçmiş kültürel mirasa bir saygı duruşu sergilenmiştir.
Tasavvufi Boyut: Devrimci Dervişlik
Sırrı Süreyya Önder’in hayatını tanımlayan kavramlardan biri de “devrimci dervişlik”tir. Bu tanım, onun hem politik mücadeleci yönünü hem de içsel derinliğini aynı potada eriten bir karakter yapısını ifade eder. Bir yandan özgürlük ve demokrasi mücadelesi verirken, diğer yandan kalbini ve ruhunu tasavvufla beslemiştir. Vasiyetinde Şeyh Galip’in naatını istemesi, bu iki yönlü yaşam anlayışının doğal bir sonucudur.
Vasiyetin Toplum Üzerindeki Etkisi
Bu vasiyet kamuoyuna açıklandığında sadece edebiyat çevrelerinde değil, geniş halk kesimlerinde de büyük bir etki yarattı. İnsanlar onun bu tercihini bir manevi vasiyet olarak değerlendirdi. Şair, politikacı ve sinemacı kimliğinin ötesinde; kalbini maneviyata açmış bir yolcu olduğu daha iyi anlaşıldı.
Sosyal medya kullanıcıları, onun bu tercihini saygıyla karşılarken, bazıları da Şeyh Galip’in naatını ilk kez duyarak şiire olan ilgilerini artırdı. Bu yönüyle Sırrı Süreyya Önder, ölümünden sonra bile kültürel bir katkı sunmuş oldu.
Cenazede Yaşananlar ve Son Sözleri
Önder’in son günlerini geçirdiği hastane odasında, dostu Tarık Tufan’la yaptığı konuşmalar duygusal anlara sahne oldu. “El hükmü lillah” yani “Hüküm Allah’ındır” diyerek, ölüm karşısındaki teslimiyetini dile getirdi. Tufan’ın “Gel bir film yapalım” teklifine bu şekilde yanıt vermesi, onun ruhani olgunluğunu ve kader anlayışını gözler önüne serdi.
Bu diyaloglar, onun hayatla olan bağını sürdürmek istediğini ama aynı zamanda ölümün kaçınılmazlığını da kabul ettiğini gösteriyor. Bu anlamda, son anlarında bile dengeli ve bilinçli bir duruş sergiledi.
Şeyh Galip’in Naatı Neden Bu Kadar Özel?
Bu naat, sadece bir şiir değil, aynı zamanda bir yolculuğun başlangıcıdır. İnsanın nefsiyle olan mücadelesi, hakikate ulaşma arzusu ve ilahi aşkın derinliği bu metinde yoğun bir şekilde hissedilir. Önder’in bu şiiri tabutunun arkasından okunmasını istemesi, onun hayatını bir aşk yolculuğu olarak gördüğünü ve bu yolculuğun ölümle tamamlanacağını düşündüğünü ortaya koyar.
Tasavvufun özü olan “ölmeden önce ölmek” felsefesi, bu tercihin temelinde yatıyor olabilir. Şeyh Galip’in naatını ölümle yüzleşme aracı olarak gören Önder, aslında ölümün bir son değil, bir başlangıç olduğunu ima ediyor.
Sırrı Süreyya Önder’in Ardında Bıraktığı Miras
Sırrı Süreyya Önder, arkasında sadece filmler, kitaplar ve siyasi mücadeleler bırakmadı. Aynı zamanda ruhani bir miras da bıraktı. Bu miras, onun naat vasiyetiyle ete kemiğe büründü. Kendi son yolculuğunu anlamlı kılmak için seçtiği bu şiir, yeni nesillere hem bir okuma tavsiyesi hem de bir yaşam felsefesi olarak kalacak.
Kültürel kimliğine, halkın değerlerine ve edebiyata verdiği önem, ölümünden sonra daha geniş kitlelerce anlaşılmaya başlandı. Belki de asıl vasiyeti, yaşarken söyledikleri değil, ölümünden sonra bıraktığı bu tür anlamlı izlerdir.




