Yoksa Hızlı Bir Papağan Mı?

Geçen hafta yine herkesin dilinde aynı cümle vardı:

“Yapay zekâ şunu yazmış… Şunu çizmiş… Hatta sınavı bile kazanmış! Şarkı yazmış. Film yönetiyormuş”

Durun, her gününü değişik yapay zeka modellerini deneyerek ve yazılım geliştirerek geçiren biri olarak size perde arkasını anlatayım.

Bir anda sanki karşımızda insan gibi düşünen, hisseden, karar veren bir şey varmış gibi davranmaya başladık. Ama benim cevabım basit: Hayır, bu zekâ değil.

Aslında olan biten şu: Yapay zekâ, devasa bir hafızanın içindeki milyarlarca örneği hızla karıştırıp önümüze yeniymiş gibi çıkarıyor. Tıpkı papağan gibi… Daha önce duyduklarını ezberliyor, sonra da tekrar ediyor. Çok hızlı, çok etkileyici ama hâlâ papağan.

Bana Kandilli’nin “Deprem Dedesi”ni hatırlatıyor. (Yıllar önce Hürriyet’te yazmıştım) O da geleceği görmüyordu aslında. Yalnızca geçmişteki titreşimlere bakıp, onları dikkatle okuyordu. Ve bazen isabet ettiriyordu. Ama bu “geleceği bilmek” değil, sadece deseni okumaktı. Bugün yapay zekânın yaptığı da tam olarak bu.

Bir çocuğun zekâsını düşünün. Soru soruyor, oyun kuruyor, yanlış yapıyor, sonra yeniden deniyor. Merak ediyor. İşte gerçek zekâ burada gizli. Oysa yapay zekâ dediğimiz şey, gördüklerinden bir kombinasyon çıkarıyor. Yanlışlarını fark etmiyor, merak etmiyor, kendi yolunu çizmiyor.

Peki biz neden bu farkı görmüyoruz?

Çünkü biz insanlar, karşımızdakine anlam yüklemeye meyilliyiz. Satrançta bilgisayar bizi yenince, sanki karşımızda gerçekten düşünen biri varmış gibi hissediyoruz. Ama işin perde arkasında hâlâ matematik, hâlâ algoritma var.

Gerçek zekâ öğrenmeyi öğrenmektir.

Hata yapıp ders çıkarmaktır.

Yeni yollar denemektir.

Bu özellikleri taşımadığı sürece makineler ne kadar hızlı olursa olsun, sadece “akıllı görünen” sistemler olarak kalacak.

Asıl soru şu:

Biz kendi zekâmızı geliştirebiliyor muyuz, yoksa makinelerin gösterisine mi kapılıyoruz?