Gündem

Ekonomi, kentleşme, kültür… Türkiye nüfusu neden yaşlanıyor?

TÜİK’in 2024 ADNKS sonuçları, nüfus artışının sürdüğünü ancak doğurganlık oranlarının tehlikeli bir şekilde gerilediğini gösterdi. Demografik veriler; yaşlanan toplum, düşen genç nüfus oranı ve değişen yaşam tercihlerinin alarm verdiğini ortaya koyuyor. Geçtiğimiz günlerde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Göktaş'ın "Mevzu sadece ekonomik değil. Yoksulluk, yok bilmem ne… Bu pencereden bakarsak ilerleyemeyiz” sözleri nüfus konusunu tekrar gündeme getirmişti.

Türkiye’nin nüfus dinamikleri önemli bir eşikten geçiyor. TÜİK’in “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2024” sonuçlarına göre, ülke nüfusu 85 milyon 664 bin 944 olarak kaydedildi ve yıllık nüfus artış hızı binde 3,4’e çıktı. Ancak bu artış, doğurganlık hızındaki sürekli düşüşün altında yatan riskleri gölgeleyemiyor. 0‑14 yaş grubunun oransal payı %20,9’a gerilerken, 65 yaş ve üzeri nüfus %10,6’ya yükseldi. Bu tablo, Türkiye’nin genç nüfus avantajının yavaş yavaş aşındığını gösteriyor.

NÜFUS ARTIŞI SINIRLI, YAPISAL DEĞİŞİM NET

TÜİK verileri, nüfusun artmaya devam ettiğini ancak artış hızının düşük olduğunu açıkça ortaya koyuyor. 2023 yılında nüfus artış hızı binde 1,1 seviyesindeyken 2024’te binde 3,4’e çıktı. Ancak genç nüfusun oranındaki düşüş ve yaşlı nüfusun payındaki artış, demografik dönüşümün niteliğini işaret ediyor. İl ve ilçe merkezlerinde ikamet edenlerin oranı %93,4’e yükselmiş durumda; köy ve belde nüfusunun payı ise %6,6’ya düştü. Bu durum kentleşmenin hız kazandığını ve şehirleşmenin nüfus yapısını değiştirdiğini gösteriyor.

TÜRKİYE'DE DOĞURGANLIK ALARM VERİYOR

Toplam doğurganlık hızının son analizlerde 1,51 seviyesine gerilediği belirtiliyor. Bu oran, bir toplumun nüfusunu yenilemesi için gerekli kritik eşik olan 2,1’in oldukça altında. Doğumların bu düzeyde kalması, genç nüfusun hızla azalabileceği ve orta vadede iş gücü daralmasıyla yaşlı nüfus yükünün artabileceği anlamına geliyor.

Yaş grubu dağılımındaki değişim, yapısal dönüşümün tablosunu netleştiriyor. 0‑14 yaş grubunun oranı %20,9’a düşerken, 65 yaş ve üzeri grubun oranı %10,6’ya yükseldi. Çalışma çağındaki 15‑64 yaş grubunun oranı ise %68,4 olarak kaydedildi. Çalışma çağındaki her 100 kişiye düşen yaşlı sayısı ise 15,5 oldu. Bu da yaşlanan toplumun ilerleyen yıllarda sosyal güvenlik sistemleri için ciddi bir yük yaratabileceğine işaret ediyor.

DOĞURGANLIĞIN AZALMASINDA EKONOMİ ETKİLİ OLABİLİR Mİ?

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Göktaş, doğumların düşüşünü yalnızca ekonomik sebeplere bağlamanın yanıltıcı olacağını vurguladı. “Mevzu sadece ekonomik değil. Yoksulluk, yok bilmem ne… Bu pencereden bakarsak ilerleyemeyiz” diyerek gençlerin evlilik ve çocuk sahibi olma kararlarını etkileyen sosyal ve kültürel dinamiklerin de göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etti. Türkiye nüfusunun %67,2’sinin “yoğun kent” olarak sınıflandırılan alanlarda yaşaması, şehir yaşamının baskısını da gözler önüne seriyor. Büyük şehirlerde konut ve geçim maliyetlerinin yükselmesi, genç çiftlerin çocuk planlarını ertelemesine ya da çocuk sayısını azaltmasına neden oluyor. Aynı zamanda bireysel tercihler, kariyer hedefleri ve yaşam tarzı değişimleri de aile kurma eğilimini etkiliyor.

UZUN VADEDE NE BEKLENİYOR?

Demografik dönüşümde genç nüfus oranının düşmesi ve doğurganlığın kritik eşik altında kalması, Türkiye’yi “yenileme” bakımından zayıf bir konuma getirebilir. Uzmanlar, eğer doğum oranları mevcut düzeyde kalırsa 2050’li yıllarda iş gücü daralması, vergi gelirlerinin azalması ve sosyal güvenlik sistemlerinin baskı altında kalması gibi sorunların ortaya çıkabileceğini belirtiyor.

Demografik dengeleri koruyabilmek için yalnızca ekonomik teşvikler yeterli değil. Genç ailelerin desteklenmesi, uygun konut ve bakım hizmetleri sağlanması, erken evlilik ve çocuk sahibi olma kararlarını etkileyen sosyal koşulların iyileştirilmesi gerekiyor. Bakan Göktaş’ın da vurguladığı üzere, ekonomik desteklerin ötesinde sosyal ve kültürel politikaların da devreye girmesi şart.