Tarih boyunca 36 Osmanlı padişahının hiçbiri hacca gitmedi. Bu durum birçok kişi için şaşırtıcı olabilir. Oysa bu tercihin arkasında sadece siyasi kaygılar değil, dini ve mali gerekçeler de vardı. Üstelik bu karar, sadece padişahların değil, devleti yöneten ulemânın da onayladığı bir fetvaya dayanıyordu.

Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Hicaz bölgesini Osmanlı topraklarına katmasının ardından, Kâbe’nin ve Haremeyn’in (Mekke ve Medine) korunması, hac yollarının güvenliği ve hacıların ihtiyaçlarının karşılanması doğrudan Osmanlı Devleti'nin görevi haline geldi. Bu süreçte, Osmanlı hac ibadetine destek olan ancak fiilen içinde olmayan bir pozisyonda durdu.

Kanunî Sultan Süleyman döneminde Afrika’dan yayılan salgın hastalıklar nedeniyle bölgeden hacca gitmek yasaklandı. Aynı dönemde Anadolu’da görülen veba salgını nedeniyle de İstanbul’dan hacı gönderilmedi. Hacca gidiş yalnızca ibadet değil, ciddi bir sağlık riski haline gelmişti. Bu da devletin kontrolü artırmasına ve daha temkinli davranmasına yol açtı.

Üçüncü Murat döneminde Hindistan’dan gelen hacıların Harem bölgesinde kalıcı mahalleler kurması, zamanla ciddi bir halk sağlığı ve temizlik sorununa dönüştü. Mescid-i Haram’da yatıp kalkan bu gruplar, kötü koku ve hastalık yayılımı nedeniyle halkı ibadetten alıkoyunca padişah, bu mahallelerin tamamen yıkılması ve söz konusu grupların geri gönderilmesi talimatını verdi.

Dördüncü Murat, Hicaz bölgesinde güvenliği artırmakla kalmadı; Mekke ve Medine girişlerine hekim kontrol noktaları kurdurdu. Hac dönemlerinde gelen tüm adaylar muayene edilirken, kervan yolları boyunca çadır hastaneler kurularak salgın hastalıkların yayılması önlenmeye çalışıldı. “Kiler-i Hâss-ı Hacc-ı Şerîf” adındaki kurum ise tüm lojistik desteği sağladı.

Osmanlı ulemâsı, padişahların hacca gitmemesi gerektiğine dair net bir fetva verdi. En temel gerekçe, devletin başsız kalma riskiydi. Ancak daha önemli ve çarpıcı olan gerekçe şuydu:
“Padişah hacca gitmek isterse, bütün masrafları kendi cebinden karşılamalıdır; devlet hazinesinden harcamak caiz değildir.”
Bu fetva, padişahların hacca gitmelerini dini açıdan da zorlaştırdı. Çünkü orduyla birlikte yola çıkacak bir padişahın tüm giderleri, kendisine aitti ve bu ekonomik yükü üstlenmek kolay değildi.

Osmanlı padişahları Hacca gitmedi evet. Ancak bir tanesi hariç...Sultan Abdülaziz’in tebdil-i kıyafetle hacca gitmeyi planladığı, hatta gizlice yola çıktığı iddiaları vardır. Ancak bu girişim başarılı olamamıştır. Sebep yine aynı: Devlet hazinesi kullanılmadan gitmek mümkün değildi.

Genç Osman ise gerçekten hacca gitmeyi planlamış, ancak bu niyeti ordu içinde paniğe yol açmıştı. Yeniçeriler, onun bu bahaneyle Anadolu’dan asker toplayıp ocağı kaldıracağını düşünerek ayaklandı. Sonuç: Padişah isyanda öldürüldü. Olay, "padişah hacca gitmez" düşüncesinin halk ve asker nezdinde ne kadar zihinlere yerleştiğini gösterdi.

Osmanlı’da taht bir an bile boş kalmamalıydı. 1. Murad’ın Kosova’da öldürülmesinin ardından dakikalar içinde yeni padişah belirlenmiş, kardeşi boğdurulmuştu. Bu refleks, devletin istikrarını önceleyen bir zihniyetin sonucuydu. Aynı anlayış, padişahın uzun sürecek bir hac yolculuğuna çıkmasını da riskli buluyordu.
Sonuç olarak, Osmanlı’da padişahların hacca gitmemesi bir zayıflık değil, güçlü bir devlet aklının ve dini hassasiyetin birleşimiydi.

Editör Hakkında