Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), İsrail politikalarına müdahil olma süreci; tarihsel, stratejik, ideolojik ve askeri birçok faktöre dayanmaktadır. Bu müdahale zamanla diplomatik tanımadan kapsamlı bir askeri ittifaka, arabuluculuktan doğrudan silah desteğine kadar geniş bir alana yayılmıştır. Sürecin gelişimi hem Orta Doğu'daki dengeleri hem de küresel siyaseti doğrudan etkilemiştir.
İsrail’in 1948’de bağımsızlığını ilan etmesinin ardından ABD, İsrail’i tanıyan ilk ülkelerden biri olmuştur. Başkan Harry S. Truman’ın kararıyla, İsrail'in ilanından sadece 11 dakika sonra tanıma gerçekleşmiş ve bu durum, iki ülke arasında uzun vadeli bir ilişkinin temelini atmıştır. Ancak bu ilk yıllarda ABD'nin desteği daha çok diplomatik düzeydeydi. Washington yönetimi, Arap dünyasıyla ilişkileri de koruma hedefiyle, İsrail’e doğrudan askeri destek vermekte temkinli davranmıştır.
İsrail'in Arap ülkeleriyle yaptığı 1967 Altı Gün Savaşı sonrası ABD-İsrail ilişkileri yeni bir boyut kazandı. İsrail’in askeri başarısı, ABD'nin bölgedeki Sovyet etkisine karşı İsrail’i stratejik ortak olarak görmesine neden oldu. Bu dönemde askeri iş birlikleri artarken, İsrail’e yönelik silah ve teknoloji desteği belirgin şekilde yükseldi.
Kuruluş Yıllar Sonrası ve Kurumsallaşma
1973 Yom Kippur Savaşı ise ABD'nin İsrail'e doğrudan müdahil olduğu bir dönüm noktasıdır. Mısır ve Suriye'nin sürpriz saldırısına uğrayan İsrail'e, ABD “Nickel Grass Operasyonu” kapsamında acil askeri yardım gönderdi. Bu operasyon sonucunda ABD, İsrail'e hava yoluyla kapsamlı silah ve mühimmat sevkiyatı yaptı. Bu yardım, Arap ülkelerinin ABD’ye yönelik petrol ambargosu uygulamasına ve küresel enerji krizine yol açtı.
1980’li yıllarda ABD ile İsrail arasındaki ilişkiler daha da kurumsallaştı. 1981 yılında imzalanan Stratejik İşbirliği Anlaşması, iki ülkenin askeri ve güvenlik alanındaki bağlarını derinleştirdi. Ronald Reagan yönetiminde İsrail, ABD’nin Orta Doğu’daki "en yakın müttefiki" olarak tanımlandı. Bu yıllarda ABD, İsrail’e yıllık ortalama 3 milyar doların üzerinde askeri ve ekonomik yardım sağlamaya başladı.
1990’lı yıllar, ABD’nin İsrail-Filistin meselesine aktif arabulucu olarak dahil olduğu bir dönemdi. 1991 Madrid Konferansı ve 1993 Oslo Anlaşmaları'nda ABD, İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında barış görüşmelerini yönetti. 2000 yılında gerçekleşen Camp David Zirvesi’nde Başkan Bill Clinton, barışı sağlamak için yoğun çaba sarf etti, ancak kalıcı çözüm sağlanamadı.
11 Eylül Sonrası Süreç
11 Eylül 2001 sonrası ABD’nin “küresel terörle mücadele” konsepti kapsamında İsrail ile ilişkileri daha da güçlendi. George W. Bush döneminde İsrail’e destek artarken, Barack Obama döneminde ise hem destek sürdü hem de iki ülke arasında zaman zaman siyasi gerilimler yaşandı. Obama yönetimi, İsrail’e 10 yıllık 38 milyar dolarlık askeri yardım paketi içeren anlaşmayı 2016’da imzalayarak bugüne kadarki en büyük askeri yardımı taahhüt etti. Ayrıca ABD'nin desteğiyle İsrail tarafından geliştirilen "Demir Kubbe" hava savunma sistemi, bu dönemde etkin şekilde kullanılmaya başlandı.
Donald Trump döneminde ABD’nin İsrail politikası ciddi bir değişim yaşadı. Trump yönetimi, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı ve 2018’de büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı. Ayrıca, 2019’da Golan Tepeleri’nin İsrail’e ait olduğunu ilan etti. Trump, İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan arasında imzalanan Abraham Anlaşmaları ile diplomatik normalleşmeye öncülük etti.
Güncel Durum
Joe Biden yönetiminde ise ABD, İsrail’e olan geleneksel desteğini sürdürürken, Filistinli sivillere yönelik saldırılar ve insan hakları ihlalleri konusunda eleştiriler de gündeme geldi. Özellikle 7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısı sonrası İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı geniş çaplı askeri operasyonlara ABD yönetimi hem siyasi hem askeri destek verdi. Ancak bu destek, artan sivil ölümleri nedeniyle hem uluslararası kamuoyunda hem de Demokrat Parti içerisinde ciddi eleştirilere neden oldu.
Bugün gelinen noktada ABD’nin İsrail politikalarına müdahalesi, sadece ikili ilişkilerle sınırlı kalmamaktadır. Askeri yardım paketlerinden savunma sanayii iş birliklerine, Birleşmiş Milletler’deki siyasi korumalardan bölgesel barış süreçlerine kadar çok boyutlu bir ilişki söz konusudur. ABD, İsrail’i bölgedeki stratejik bir müttefik olarak konumlandırmakta ve bu doğrultuda askeri, diplomatik ve ekonomik araçlarla doğrudan müdahil olmaktadır.
Ancak bu müdahil olma süreci, Filistin meselesinin çözümünü zorlaştırdığı, ABD'nin tarafsız arabulucu olma rolünü zayıflattığı ve Orta Doğu’daki istikrarsızlıkları körüklediği yönünde sıkça eleştirilmektedir.