İnsanların yaklaşık %85’i Rh+ (pozitif), %15’i ise Rh- (negatif) kan grubuna sahipken, “altın kan”ın taşıyıcısı olan kişilerde kırmızı kan hücrelerinin yüzeyinde bulunan 61 Rh antijeninden hiçbiri bulunmuyor. Bu özellik, Rh-null’u son derece nadir kılıyor.
EVRENSEL DONÖR ÖZELLİĞİ
“Altın kan”ın en önemli gücü, Rh sisteminde nadir antijenlere sahip hastalar için evrensel donör olabilmesi. Normalde kendilerine uygun kan bulmakta zorluk yaşayan bu hastalar, Rh-null sayesinde hayatta kalabiliyor. Bu nedenle, Rh-null kanı tıp dünyasında “paha biçilmez” kabul ediliyor.
YAŞAM RİSKİ DE BERABERİNDE
Ancak bu kan grubuna sahip kişiler için durum oldukça riskli. Çünkü “altın kan” taşıyıcıları, ihtiyaç halinde yalnızca kendi grubundaki kişiden kan alabiliyor. Dünyada bu kadar az sayıda insanın bulunması, olası bir acil durumda büyük tehlike oluşturuyor. Bu nedenle ulusal kan bankaları bu bağışçıları gizlilikle takip ediyor, sağlık durumlarını yakından izliyor ve bağışlanan kan ünitelerini stratejik rezerv olarak dondurup saklıyor.
İLK KEZ 1961’DE KEŞFEDİLDİ
Rh-null kan grubu ilk kez 1961’de Avustralya’da yaşayan bir Aborjin kadında tesadüfen keşfedildi. Genetik etkileri hâlâ tam olarak anlaşılmayan bu özel kan grubunun, bazı hastalıklara karşı direnç sağlayabileceği yönünde teoriler bulunsa da, henüz bilimsel olarak kanıtlanmış değil.
BİLİNMEYENLERİN HATIRLATICISI
İnsan vücudu hakkında birçok bilgiye sahip olunduğu düşünülse de, “altın kan”ın varlığı, insan genetiğinin hâlâ birçok sır sakladığını en çarpıcı şekilde gösteriyor.