Su, insanoğlunun biyolojik, sosyal ve iktisadi ihtiyaçlarının karşılanması noktasında hayati öneme sahip olan bir kaynaktır. Küresel su miktarının yaklaşık %3’ünü tatlı su kaynakları oluşturmakta ve bu tatlı su kaynaklarının %99’u da erişilmesi zor olan kutup buzulları ve yeraltında bulunmaktadır. Küresel iklim krizinin su kaynaklarına olan olumsuz etkileri ve 8 milyarı aşan dünya nüfusunun su ihtiyacını mevcut su rezervinin yaklaşık %0.03’ünden karşılamak durumunda kalması; su kaynaklarının stratejik, sürdürülebilir ve katılımcı bir yaklaşımla ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu durum, ülkeler arasında ortak politikaların geliştirilmesini ve işbirliğine dayalı, entegre su kaynakları yönetimi anlayışının benimsenmesini gerektirmektedir.

Aynı dil, tarih ve kültüre sahip olmak gibi tek bir millet olmanın tüm unsurlarını taşıyan Türkiye ve Azerbaycan, son yıllarda ekonomik, askeri ve enerji başta olmak üzere birçok alanda işbirlikleri gerçekleştirerek karşılıklı kazanımlar elde etmiştir. Benzer şekilde iki kardeş ülke arasında su kaynakları yönetimi noktasında kapsamlı bir işbirliği anlaşmasının yapılması da uzak bir ihtimal değildi.

Elbette ki; su, Türk ve Azerbaycan kavramları aynı cümlede geçtiğinde milletimizi hüzünlendiren hadiseler, Şehriyar’dan, Bahtiyar Vahabzade’den, Bulud Garaçorlu’dan beyitler kafalarımızda dönüp durmaktadır. Ancak 8 Mayıs 2024’de Ankara’da imzalanan ve 17 Mayıs 2025’de resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Su Alanında İşbirliği Anlaşması”, bu ortak hüzünlerin yerine iki kardeş ülkenin ortak geleceğini, çevresel dayanışmasını ve stratejik iş birliğini temsil etmektedir.

Söz konusu anlaşma; su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi, fotogrametrik yöntemlerle topoğrafya ve batimetre haritalarının çıkarılması, su kaynaklarının sayısallaştırılması, su yapılarının tasarımı ve inşasında yenilikçi teknolojilerin uygulanması, sulama sitemlerinin iyileştirilmesi ve modernizasyonu, havza bazlı su yönetim planlarının geliştirilmesi gibi başlıklardan oluşmaktadır. Anlaşmanın maddeleri incelendiğinde; su yapılarının projelendirilip inşasından ortak akım gözlem istasyonlarının kurulmasına; arıtım teknolojilerinden, taşkın risk analizleri ve iklim değişikliği etkilerine kadar çok geniş bir yelpazede iş birliği ve teknoloji paylaşımının hedeflendiği görülmektedir.

Türkiye, su kaynakları yönetiminde uzun yıllara dayanan deneyimi, kapsamlı altyapı yatırımları ve uygulamaları ile bölgesinde önemli bir lider konumundadır. Ülkemiz, özellikle baraj ve hidroelektrik santrallerin planlanması, inşası ve işletilmesi; modern sulama teknikleri; iklim değişikliği etkilerine karşı geliştirdiği erken uyarı sistemleri; taşkın ve kuraklık risk analizleri ve yenilikçi arıtma teknolojileri alanlarında yüksek teknik bilgi birikimine sahiptir. Bu doğrultuda, Türkiye’nin kardeş ülke Azerbaycan’a; sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılması, doğal afetlere karşı dayanıklılığının artırılması ve su kaynaklarının verimli, bütüncül ve çevre dostu bir yaklaşımla yönetilmesi konularında önemli katkılar sunacağı öngörülmektedir.

Türkiye ile Azerbaycan arasında imzalanan su alanındaki iş birliği anlaşmasının etkin biçimde uygulanabilmesi için, söz konusu metnin yalnızca diplomatik düzeyde kalmaması; uygulama takvimi, çerçevesi ve periyodik değerlendirme raporlarıyla desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Bu süreçte üniversiteler ve araştırma kurumlarının da süreçlere aktif katılımı, bilimsel temelli çözümler geliştirilmesi bakımından önem arz etmektedir. Yapılan bu anlaşma kapsamında; kara sınırımız olan ve tarımsal sulama sorunlarının yaşandığı Nahçıvan’a su transferi ve sulama sistemlerinin modernizasyonu, Azerbaycan’ın itirazlarına rağmen Ermenistan sınırındaki maden ocaklarından Aras Nehri’ne ulaşan atıkların oluşturduğu çevresel tehditlere karşı ortak izleme ve arıtma altyapısının kurulması ile ortak hidrolojik gözlem istasyonları kurularak veri paylaşımının kurumsallaştırılmasının öncelik verilmesi gereken faaliyetler olduğu düşünülmektedir.

Söz konusu anlaşma ve beraberindeki gelişmeler; ister iki komşu ülkenin diplomatik bir mutabakatı, ister iklim krizinin dayattığı ve AB çevre direktifleriyle uyumlu bilimsel bir yaklaşım, isterse de aynı bardaktan su içen iki kardeşin bir tezahürü olarak değerlendirilsin. Unutmamalıyız ki bu anlaşmayı sahiplenmek ve yaşatmak; ortak tarihimize ve kültürel mirasımıza, acı ayrılıklara ve gözyaşlarının karıştığı Araz’ın sularına karşı üstlendiğimiz manevi bir sorumluluktur.

Söz konusu anlaşmanın vatanımıza ve milletimize hayırlı olmasını temenni ederim. “Gözlüklü cenap ile tesbehli ağanın” ağır yükü altında, Karabağ’dan yükselen güneşin aydınlığıyla yol alan iki kardeş ülkenin bu ortak yürüyüşünün, Kafkasya’nın karanlıklarına umut ve istikrar; bölgeye ise kalıcı huzur ve barış getirmesini yürekten dilerim.