Gazetecilik yapmak ile gazeteci olmak kavramlarını anlamsal olarak birbirinden ayırmak gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26. Maddesi ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler gereğince gazetecilik mesleği ifade özgürlüğü kapsamında bir iş olarak kabul edilmiştir ve herhangi bir koşula bağlanmamıştır. Herkesin düşünce ve kanaatlerini söz, yazı veya başka yollarla yayma hakkının bulunması gazeteciliği diplomaya gerektiren bir meslek olmaktan çıkarmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; dileyen herkesin gazetecilik yapabileceği noktasıdır. Ancak gazetecilik yapmak ile gazeteci olmak kavramlarını anlamsal olarak birbirinden ayırmak gerekir.
“Gazetecilik yapan herkes gazeteci midir?” cevabı kesinlikle “hayır” olan bu soru, gazetecilik mesleği dışındaki alanlarda da aynı sonuca ulaşılabilecek bir sorudur. Benzerliği sağlamak açısından diğer mesleklerden örneklerle konu genişletilebilir. Mesela, yemek yapan herkes aşçı, futbol oynayan herkes futbolcu değildir. Bir insanın, bir meslek ile anılması için birincil geçim kaynağının o meslek dalı olması gerekir. Dolayısıyla, birincil geçim kaynağı gazetecilik olan insanlara gazeteci denilmektedir. Sonuç olarak aşçılar ve futbolcular gazetecilik de yapabilirler. Bu durumda onlara gazetecilik yapan aşçı ve gazetecilik yapan futbolcu denilir. Tıpkı yemek yapan ve futbol oynayan gazeteciler gibi…
Bu durumda 1999 yılında Ignacio Ramonet tarafından kaleme alınan “İletişim Tiranlığı” eseri sayesinde tanıştığımız “Yurttaş Gazeteciliği” kavramına tutarlı bir çözümleme getirmek gerekmektedir. İspanyol asıllı Fransız gazeteci ve akademisyen Ramonet, bu kavramı ortaya atarken ne düşündü, onu refere ederek kavramı akademide ve meslekte kutsamaya çalışanlar onun düşüncesine ne kadar hakimlerdi gibi soruları yanıtlamak gerekmektedir.
Ramonet bu yurttaşların yaptığı veya yapacağı gazetecilik faaliyetini; kökleşmiş medya tekelini kırmak böylelikle büyük sermaye gruplarının kontrolünde olan gündem belirleme gücünü zayıflatmak için bir fırsat olarak değerlendirmiştir. İnsanların sadece okuyucu ya da izleyici değil aynı zamanda katılımcı ve üretici olmasının demokrasiye, şeffaflığa, adil haber akışına katkı sağlayacağını savunmuştur. Gazetecilik alanında sosyal sorumluluk anlayışının temeli sayılan MacBride raporu da aynı derdin ürünüdür. İrlandalı bir diplomat olan Nobel Barış Ödülü sahibi Sean MacBride 1980 yılında UNESCO tarafından yayımlanan “Many Voices, One World” Çok Sesli Tek Dünya başlıklı raporda uluslararası haber akışındaki adaletsizlikleri güçlü biçimde eleştirmiştir.
Çok sesli demokratik düzenin oluşması ve korunması endişelerinin üzerine bina edilen yurttaş gazeteciliği, gazeteciliğin temel ilkelerini ve mesleki itibarını zedeleyen bir uğraşa dönüştü. Yurttaş gazeteciliği kavramı, akademide yıllarca lisans ve lisansüstü gazetecilik öğrenimini gören öğrencilerin ve mesleği sürdürürken cefasını çeken gazetecilerin önüne harcadıkları tüm emeği hiçe sayar şekilde konuldu. Ardından sosyal medyada ve tırnak içinde entelektüel ortamlarda sınır tanımayan bir şekilde kutsandı. En az 4 yıl boyunca mesleki pratiklerle birlikte haberi kurgulamak ve doğru bağlamda sunmak için gerekli temel sosyolojik eğitimi alan öğrenciler; madem yurttaş gazeteciliği bu denli önemliydi öyleyse neden bu öğrenimi görüyoruz diye içinden geçirerek suskunluk sarmalına büründü. Her yıl binlerce üniversite mezunu veren “Gazetecilik” bölümleri, öğrencilerini sektörün kendi rekabetine bile yetiştiremezken yurttaş gazeteciliğini kutsayan ders içerikleriyle bu karamsar realiteyi beslemenin ötesine geçemiyor.
Bu kavrama temkinli yaklaşan ve literatüre bu şekilde not düşen isimlerin başında 2005 yılında “Gazetecilik Nedir?” makalesinde Mark Deuze geldi. Deuze bu makalesinde; “Gazetecilik sadece içerik üretmek değil, aynı zamanda mesleki değerlere, editoryal denetime ve kurumsal meşruiyete bağlı kalmaktır.” dedi. Bu konuda en çarpıcı tespitlerden birini de iletişim camiasının tanınan isimlerinden Denis McQuail Kitle İletişim Teorisi kitabında yaptı. McQuail; “Yurttaş gazeteciliği geleneksel gazeteciliğe meydan okur ancak onu değiştirmez. Geleneksek gazetecilik mesleki normlara, kamusal hesap verebilirliğe ve kurumsal desteğe dayalı kalır.” ifadeleriyle literatüre not düştü. Son olarak içlerinden belki de en önemlisini IFJ (Uluslararası Gazeteciler Federasyonu) tarafından yapılan gazetecilik tanımı ve yurttaş gazeteciliği eleştirisidir. IFJ gazeteciyi şu şekilde tanımlanır: “Gazeteci, çalışma zamanının büyük bir kısmını gazetecilik mesleğine adayan ve gelirinin çoğunu bu meslekten elde eden kişidir.” IFJ, gazeteciliği yalnızca mesleki etik ve geçim kaynağıyla tanımlar; bu nedenle ‘yurttaş gazeteciliği’ gibi meslek dışı tanımlar, IFJ’nin gazetecilik anlayışıyla çelişir.
Gelinen noktada yurttaşlar tarafından yapılan gazetecilik faaliyetinin profesyonel bir süzgeçten geçmesi, akademik deyimle “gatekeeper” yani eşik bekçileri tarafından denetlenmesi gerekmektedir. David Manning White tarafından 1950 yılında literatüre kazandırılan eşik bekçisi kavramı; haberde neyin yayınlanıp neyin yayınlanmayacağına karar veren kişi ya da kurum anlamında kullanılır. Denetimsiz yurttaş gazeteciliği faaliyetleri özellikle sosyal medya çağında dezenformasyona çanak tutmaktan öteye gidememektedir. Son tahlilde Ramonet’in sözünü ettiği yurttaş gazeteciliği ile bugün sosyal medyada bu kavram çerçevesinde uçuşan profiller aynı işleve mi sahipler? Tüm bunlara ek olarak “gazetecilik” gibi profesyonel bir mesleği ifade eden kelimenin bu kavramda kullanılması da anlamsal olarak doğru değildir. Nitekim gazetecilik mesleğinin tek işlevi haber yapmak değildir. Gazetecilerin mesleki olarak sayısız sorumlulukları vardır. Muhabirlik yani haber toplamak bunlardan sadece biridir. Bu bağlamda yurttaşların yaptığı faaliyetin, yurttaş haberciliği, halk muhabirliği gibi bir terminoloji çerçevesinde değerlendirilmesi kavram karmaşasının önüne geçebilir.