İran’ın nükleer programı, 1950’li yıllarda ABD’nin "Barış için Atom" (Atoms for Peace) girişimiyle başladı. O dönem Şah rejimiyle yakın ilişkiler kuran Batı, İran’a sivil amaçlı nükleer enerji geliştirme desteği verdi. Ancak 1979’daki İran İslam Devrimi’nden sonra bu iş birlikleri kesildi. Buna rağmen Tahran, Sovyetler Birliği, Çin ve Kuzey Kore gibi ülkelerle alternatif ortaklıklar kurarak nükleer programını sürdürdü. İran yönetimi her zaman bu programın barışçıl amaçlarla, yani enerji üretimi ve tıbbi uygulamalar için yürütüldüğünü savundu. Ancak özellikle uranyum zenginleştirme düzeyleri ve gizli tesislerin varlığı, uluslararası kamuoyunda İran’ın nükleer silah geliştirme niyeti taşıdığı şüphesini doğurdu.

İran, Natanz ve Fordow gibi nükleer tesislerinde yüksek oranda uranyum zenginleştirme faaliyetleri yürütüyor. Bu tesislerde %60 seviyesine kadar uranyum zenginleştirilebiliyor ki bu, %90’lık nükleer silah eşiğine oldukça yakın bir oran. Ayrıca Arak’taki ağır su reaktörü, plütonyum üretme potansiyeli nedeniyle ayrı bir endişe kaynağı olarak öne çıkıyor. 2002 yılında Fordow gibi yer altı tesislerin ortaya çıkması, İran’ın askeri amaçlar güttüğüne dair kuşkuları artırdı.

Bu gelişmelerin ardından, İran ile BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) ve Almanya arasında uzun süren müzakereler sonucunda 2015 yılında Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) imzalandı. Anlaşma, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini ciddi biçimde sınırlamasını ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) denetimlerini kabul etmesini içeriyordu. Buna karşılık Batı dünyası İran’a yönelik ekonomik yaptırımları hafifletti.

Ancak 2018’de ABD Başkanı Donald Trump yönetimi anlaşmadan tek taraflı olarak çekildi ve İran’a yeniden sert yaptırımlar uygulamaya başladı. Bu karar, anlaşmanın çökmesine yol açarken İran da adım adım taahhütlerinden geri çekildi. 2021 sonrası İran, nükleer faaliyetlerini artırdı; UAEA denetim ekipmanlarının bazılarını devre dışı bıraktı ve %60’a kadar uranyum zenginleştirdi.

2025 itibarıyla İran’ın nükleer programı yeniden küresel bir kriz konusu haline geldi. Uzmanlar, İran’ın mevcut teknolojiyle birkaç ay içinde nükleer silah için gerekli malzemeyi üretebileceğini ancak bunun silah haline getirilmesi ve füzeye entegre edilmesi gibi teknik süreçlerin zaman alabileceğini belirtiyor.

İsrail ise bu süreci bir ulusal tehdit olarak görerek gerekirse tek taraflı askeri müdahalede bulunabileceğini açıkça dile getiriyor. Öte yandan AB ülkeleri ve bazı Arap devletleri, yeni bir diplomatik çözüm bulmak için çaba gösteriyor. Ancak taraflar arasındaki güvensizlik, müzakere süreçlerini oldukça zorluyor.

Trump duyurdu: Charlie Kirk suikastı şüphelisi yakalandı
Trump duyurdu: Charlie Kirk suikastı şüphelisi yakalandı
İçeriği Görüntüle

Sonuç olarak, İran’ın nükleer programı enerji, stratejik güç dengesi ve bölgesel güvenlik açısından Orta Doğu’nun en hassas konularından biri olmaya devam ediyor. Siyasi irade ve uluslararası iş birliği sağlanmadığı sürece bu dosya, sadece İran’ı değil, küresel barışı da doğrudan etkileyen bir kriz potansiyelini içinde barındırıyor.