Akdeniz’in batısında, Atlas Dağları’nın eteklerinde yer alan Cezayir, sadece coğrafi olarak değil, tarihsel olarak da Türkiye’ye çok yakın bir ülkedir. Bu yakınlık, birkaç yüzyıl süren derin bir geçmişin, paylaşılan mücadelelerin ve ortak kültürün eseridir. Osmanlı İmparatorluğu ile başlayan bu kadim bağ, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Afrika politikalarının temel taşlarından biri hâline gelmiştir.
Bir Zorluktan Kardeşliğe: Osmanlı’nın Cezayir’e Gelişi
16. yüzyıl başları… Akdeniz, korsanların, sömürgecilerin ve deniz savaşlarının merkezi hâline gelmişti. Cezayir halkı, özellikle İspanyol baskısından bıkmış, bir çıkış arıyordu. Bu çağrıyı duyanlar ise tarihe “Akdeniz’in Türk denizcileri” olarak geçen Barbaros Hayreddin Paşa ve kardeşleri oldu.
1516’da Cezayir’e gelen Oruç Reis ve ardından Hayreddin Paşa, halkın isteğiyle Cezayir’i Osmanlı topraklarına kattı. Ancak bu bir fetih değil, koruma anlaşması idi. Cezayir, Osmanlı’ya bağlı bir eyalet oldu ama iç işlerinde bağımsızlığını büyük ölçüde korudu. Bu model, Batı’nın sömürgeci mantığının tam tersiydi: Halkın talebiyle gelen ve onları sömüren değil, koruyan bir güç...
Ortak Kültür, Ortak Mücadele
Cezayir, 300 yılı aşkın süre Osmanlı sancağının gölgesinde yaşadı. Bu dönem boyunca mimariden eğitime, mutfaktan müziğe kadar birçok alanda Türk ve Cezayirli halklar iç içe geçti. Camilerde aynı ezan okundu, mahkemelerde benzer adalet uygulandı, bayram sofralarında benzer yemekler yendi.
Ancak bu birliktelik 1830’da Fransa’nın işgaliyle kesintiye uğradı. Cezayir, 132 yıl boyunca kolonyal bir rejimin altında ezildi. Osmanlı'nın son dönemlerinde, Cezayir halkı İstanbul'a yardım çağrısı yaptı ama imparatorluk artık zayıflamıştı. Yine de aradaki gönül bağları asla kopmadı.
Cumhuriyet Döneminde Sessizlik, 2000’lerle Birlikte Yeniden Buluşma
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde, Cezayir’in bağımsızlık mücadelesine dolaylı destek verildi. Türkiye, 1962’de Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Cezayir’i hızla tanıdı. Ancak gerçek anlamda yakınlaşma, 2000’li yıllarda başladı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde atılan adımlarla birlikte, Türkiye-Cezayir ilişkileri hızla gelişti. İkili ticaret arttı, kültürel projeler hayata geçti, vizeler kolaylaştı. Özellikle enerji, savunma, inşaat ve eğitim alanlarında kapsamlı anlaşmalar imzalandı.
Bugün: İki Kardeş Ülke, Ortak Gelecek İnşa Ediyor
2020 sonrası süreçte Türkiye ve Cezayir arasındaki ilişkiler daha da derinleşti. Türkiye, Cezayir’i Afrika açılımının en önemli partnerlerinden biri olarak görüyor. Özellikle doğalgaz ve enerji yatırımları alanında önemli projeler yürütülüyor.
Türk şirketleri, Cezayir'de altyapı, tekstil, ilaç ve inşaat sektörlerinde binlerce kişiye istihdam sağlıyor. Cezayir ise Türkiye’ye ciddi miktarda LNG tedarik ediyor. TİKA, Maarif Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlar da Cezayir’de aktif olarak eğitim, kültür ve insani yardım projeleri yürütüyor.
Ama belki de en önemlisi şu: İki halk arasında hâlâ o eski sıcaklık, o tarihî dostluk hissediliyor. Cezayirliler İstanbul’u ikinci bir ev gibi görüyor; Türkler, Cezayir’i sadece bir dost değil, bir kardeş olarak tanımlıyor.
Sadece Tarih Değil, Gelecek de Ortak
Türkiye’nin Afrika vizyonunda Cezayir stratejik bir ortak, Akdeniz’in batı kapısıdır. Ama bu iş birliği sadece çıkar ilişkisi değil; tarihî sadakat, kültürel yakınlık ve insani diplomasi ile beslenen bir bağdır.
Bu iki ülke, geçmişin gölgesinde değil; geleceğin aydınlığında buluşuyor. Ve bu buluşma, sadece iki ülkeyi değil, Akdeniz’i, Afrika’yı, hatta Avrupa’yı etkileyecek potansiyele sahip.
Son tahlilde: Osmanlı’dan bugüne uzanan bu yol, sadece haritalarda değil, kalplerde çizilmiş bir yoldur. Türkiye ve Cezayir, geçmişin mirasını geleceğe taşıyan iki halktır. Bir zamanlar aynı sancak altında birleşen bu iki millet, şimdi aynı vizyon altında yeniden buluşuyor.
Kaynaklar: Dışişleri Bakanlığı Verileri, BM Raporları, Uluslararası Ajans Analizleri