İklim Kanunu Teklifi, TBMM’de sessiz sedasız kabul edildi.

Nasıl oldu, ne zaman geçti, çoğumuz farkına bile varamadık…

Ülke; bir yandan orman yangınları, diğer yandan yeni gözaltına alınmalar, tutuklamalar, mizah dergilerinin kapakları derken, böylesine önemli bir yasa adeta jet hızıyla geçip yangın dumanları arasında kayboldu…

Peki bu yasa detaylı şekilde kamuoyuna anlatıldı mı?

Vatandaş olarak, bu yasanın ne getirdiğini, neyi değiştireceğini biliyor muyuz?

Faydaları kadar, olası zararları da hiç masaya yatırıldı mı?

“İklim Kanunu” tasarısı, her ne kadar “doğa için, çevre için, gelecek nesiller için” dense de getirebileceği sıkıntılar da göz önüne alındı mı?

Mesela “karbon ayak izi” kavramı altında; giydiğimiz kıyafetten yediğimiz yemeğe, kullandığımız araçtan tarımsal üretime kadar birçok alanda yaşam tarzımız denetim altına mı alınabilir mi?

Seyahat özgürlüğümüz, alışveriş tercihimiz, tüketim alışkanlıklarımız kısıtlanabilir mi?

Yoksa dijital sistemler aracılığıyla fark ettirmeden izlenmeye mi başlanacağız?

Ayrıca; bireysel hak ve özgürlükler açısından ciddi bir tehdit potansiyeli taşıyan düzenlemelerle karşılaşma ihtimalimiz var mı?

Bu nedenle şu soruyu da sormak şart: İklim Kanunu, doğayı korumak için atılmış hayati bir adım mı, yoksa gelecekte dijital bir prangaya dönüşme riski taşıyan bir yapı mı?

Soruları bir kenara bırakırsak…

Keşke bu yasa çıkmadan önce, tüm bu hususlar kamuoyuna açık bir biçimde, şeffaflıkla anlatılsaydı…

Suistimallere karşı alınacak önlemler, topluma net biçimde ifade edilseydi…

Böylece hem bilgi kirliliği hem de olası korkular önlenebilirdi…

Elbette, iklim değişikliği artık sadece bir çevre meselesi değil;

Tabiki değil….Ama bu mücadelede bireyin temel hak ve özgürlükleri asla göz ardı edilmemelidir…

Unutulmamalıdır ki, en iyi niyetli yasalar bile kötüye kullanıldığında baskı aracına dönüşebilir…