İran’ın nitelikli füze ve drone kapasitesi ile İsrail’in sınırlı stratejik derinliği arasındaki dengesizlik, bölgede yeni bir güç parametresi yaratıyor. Bu, artık taktik değil, matematik ve coğrafyanın savaşı.
İsrail, Orta Doğu’nun en gelişmiş askeri güçlerinden biri olarak görülse de, bu üstünlük büyük ölçüde dış desteklere ve sınırlı bir coğrafyada sürdürülen hızlı reaksiyon yeteneğine dayanıyor. İsrail’in başarısının altında yatan temel gerçek istihbarat yeteneğin ve hızlı ilk vuruş kabiliyeti.
Son dönemde İran’ın yürüttüğü çok katmanlı saldırı stratejisi, İsrail’in savunma doktrinine yönelik kritik bir zayıflığı gün yüzüne çıkardı: Stratejik derinliğin yokluğu.
İsrail’in Coğrafi Kırılganlığı
İsrail’in toplam yüzölçümü yaklaşık 21.000 km² (8.100 mil²). Ancak bu alanın 12.000 km²’si Negev Çölü (4.700 mil²), önemli bir kısmı da tarım arazisi. Fiilen yerleşim ve altyapının yoğunlaştığı alan sadece 3.100 km² (1.200 mil²) civarında. Bu, savunma açısından bakıldığında, tek bir yoğun saldırı dalgasıyla bile tüm ülkenin yaşamsal sistemlerinin hedef alınabileceği bir kırılganlık demektir.
Karşılaştırma yapmak gerekirse, İran’ın toplam yüzölçümü 1.647.000 km² (636.000 mil²). İran, İsrail’in yerleşim alanının 530 katı büyüklüğünde bir alanı savunma ve saldırı için kullanabiliyor.
İran’ın Niceliksel Üstünlüğü
İran’ın füze ve drone cephaneliği, bugün artık bir sayı oyununa dönüştü. Tahminlere göre İran’ın elinde 5.000 ila 20.000 arasında füze ve binlerce insansız hava aracı bulunuyor. Üstelik bu sistemlerin önemli bir kısmı yerli üretim, yani sürdürülebilir ve artırılabilir.
Matematiksel olarak bakıldığında:
• İsrail’in her bir kilometrekare yerleşim alanı başına 7 balistik füze düşecek şekilde bir saldırı planı mümkün.
• Aynı alan için 16 ila 20 drone hesaplanabiliyor.
• Patlayıcı yük olarak ise, İsrail’in yaşadığı her kilometrekare toprağa 5 metrik ton bomba düşecek kapasite söz konusu.
Bu denklemde İsrail’in teknolojik üstünlüğü, hacimsel bir savaşın içinde anlamsızlaşabiliyor.
Demir Kubbe Efsanesi Gerçeklerle Karşılaşıyor
İsrail’in simgesel savunma sistemi Demir Kubbe (Iron Dome), bireysel saldırılara karşı yüksek başarı oranına sahip olsa da, yoğun füze-dron saldırılarına karşı ciddi zaaflar barındırıyor.
Sistemin temel zayıflıkları:
• Etkin kapsama alanı sadece 144 km² (12x12 km).
• Yüksek yoğunluklu saldırılar karşısında başarı oranı sadece %10-15 düzeyine düşüyor.
• Sistem, yeniden yükleme süresi (yaklaşık 11 dakika) nedeniyle hipersonik saldırılara karşı zaman dezavantajına sahip.
Nitekim İran, üç aşamalı birleşik bir saldırı stratejisiyle bu zayıflıkları test etti:
1. Düşük maliyetli Shahed İHA’ları, savunma sistemlerinin ekonomik sürdürülebilirliğini zorladı.
2. Eski balistik füzeler, aldatmaca olarak kullanıldı.
3. Fattah sınıfı hipersonik füzeler, radar sistemlerini aşarak doğrudan hedefleri vurdu.
İsrail’in Savunma Doktrini: Ödünç Alınmış Güç
İsrail’in askeri teknolojisinin büyük bir kısmı ABD merkezli sistemlere dayanıyor:
• F-35 jetleri: Lockheed Martin üretimi.
• Demir Kubbe: Raytheon ortaklığıyla geliştirildi.
• C4I altyapısı: NSA destekli sistemlere entegre, bazı uzmanlara göre dış müdahalelere açık.
• Yakıt, mühimmat, istihbarat: Pentagon’a bağımlı.
Bu gerçekler, İsrail’in savaş senaryolarında tek bir değişkene aşırı bağımlı olduğunu gösteriyor: ABD’nin sürekli ve gecikmesiz müdahalesi.
Peki ya ABD bir gün tereddüt ederse? Çin’le Pasifik’te artan gerilim ya da Amerikan iç siyasetindeki kaos, İsrail için beklenmedik bir yalnızlık anlamına gelebilir.
Nükleer Çifte Standart
Bu askeri tabloda nükleer denklemin de göz ardı edilmemesi gerekiyor:
🔻 İran:
• Nükleer silaha sahip değil.
• NPT’ye taraf ve IAEA denetimine açık.
• Zenginleştirme programı sürekli raporlanıyor.
• Buna rağmen Batı’nın yaptırım ve tehditleri altında.
🔺 İsrail:
• Fiilen nükleer silaha sahip (80–200 savaş başlığı tahmin ediliyor).
• NPT’ye taraf değil.
• Programı tamamen gizli.
• Denetime kapalı ve uluslararası destek alıyor.
Bu ikili standart, bölgesel istikrarsızlığı körükleyen temel faktörlerden biri olarak öne çıkıyor.
Değerlendirme
İsrail’in teknolojiye dayalı savunma kapasitesi, İran gibi büyük hacimli ve sabırlı bir aktör karşısında sınırlarına ulaşmak üzere. Artık mesele, taktik değil, stratejik derinlik, üretim kapasitesi ve coğrafya meselesidir. İsrail’in askeri doktrini, “ilk vuran kazanır” anlayışına dayanıyor. Ancak İran, bu doktrini “yıprat ve sürükle” stratejisiyle sarsıyor.
Bu çatışma, sadece iki ülke arasında değil, aynı zamanda 21. yüzyılın jeopolitik gerçekliğiyle 20. yüzyılın güvenlik ezberleri arasında yaşanıyor.