KÖŞE YAZISI | Hazırlayan: Harun ŞAHİN
Küresel enerji denkleminin yeniden yazıldığı, denizlerin artık yalnızca su yolları değil aynı zamanda diplomatik satranç tahtaları haline geldiği bir çağdayız. İşte bu tabloda, Kızıldeniz sadece coğrafi değil, jeopolitik bir fay hattı olarak karşımızda duruyor. Türkiye ise bu hareketli fay hattında dengeleri gözeten, yön veren, bazen yatıştıran ve çoğu zaman çözüm üreten bir aktör olarak sahne alıyor.
Kızıldeniz: Enerjinin Yeni Düğüm Noktası
Kızıldeniz, Basra Körfezi'nden Avrupa’ya uzanan en kritik enerji rotalarından biri olarak öne çıkıyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi üretici ülkeler, sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ve petrolü bu güzergâhtan geçirerek dünya pazarlarına ulaştırıyor. Ancak deniz korsanları, Yemen iç savaşı, Husi saldırıları ve küresel rekabetin artması bölgeyi riskli hale getiriyor.
İşte bu noktada sadece enerji akışının değil, bölgesel istikrarın da garantörü olabilecek diplomatik bir güce ihtiyaç duyuluyor. Türkiye, tarihsel bağları, askeri caydırıcılığı, diplomatik tecrübesi ve çok yönlü dış politikasıyla burada devreye giriyor.
Türkiye’nin Arabulucu Paradigması: Stratejik Tarafsızlık
Ankara'nın Kızıldeniz’de izlediği politika, klasik “taraf seçme” diplomasisinin ötesinde bir model sunuyor. Bu model; “aktif tarafsızlık”, “ilişki yönetimi” ve “enerji diplomasisi” temelli üç ayaklı bir paradigmayla şekilleniyor.
Türkiye, Yemen krizinde hem İran hem Suudi Arabistan'la diyalog kurarak farklı taraflar arasında bir denge politikası izliyor.
Körfez ülkeleriyle geliştirilen ekonomik iş birliği, Türkiye’nin arabuluculuk rolünü daha kabul edilebilir kılıyor. Özellikle BAE ve Suudi Arabistan ile normalleşme sonrası ortak enerji projeleri de bu ilişkileri güçlendiriyor.
TANAP ve TürkAkım gibi projelerle enerji transit merkezi olma yolunda ilerleyen Türkiye, şimdi de Kızıldeniz üzerinden geçebilecek yeni boru hattı vizyonlarıyla Doğu Afrika - Orta Doğu - Avrupa üçgeninde kilit konuma yükseliyor.
Yeni Bir Jeopolitik Denklem
2025 itibariyle Etiyopya, Eritre, Sudan gibi Afrika boynuzu ülkeleriyle artan ilişkiler, Türkiye'nin Kızıldeniz'deki varlığını güçlendiriyor. Türk donanmasının Sudan PortSudan Limanı’ndaki deniz iş birliği misyonu, sadece askeri değil, aynı zamanda enerji güvenliği açısından da caydırıcı bir unsur.
Ayrıca, Türkiye’nin Somali ve Cibuti’deki eğitim ve askeri üsleri, Kızıldeniz’i çevreleyen coğrafyada bir istikrar adası oluşturma yönündeki politik vizyonunun uzantısı niteliğinde.
Enerji Savaşlarının Ortasında Barış Mühendisliği
Kızıldeniz’in enerji savaşlarıyla anıldığı bir dönemde Türkiye, taraflar arasında bir "barış mühendisi" gibi davranarak yeni bir dış politika mimarisi inşa ediyor. Bu rol sadece bölgesel aktörleri değil, ABD, Çin ve AB gibi küresel güçleri de dengeleyen bir strateji barındırıyor.
Türkiye’nin bu alandaki başarısı, yalnızca diplomasideki maharetine değil; aynı zamanda ekonomik vizyonuna, askeri varlığına ve bölgesel tarih bilgisine dayanıyor. Ve belki de en önemlisi: Türkiye, enerji hatlarının çatışma hattına dönüşmesini engelleyecek nadir aktörlerden biri olarak tarihteki yerini yeniden tanımlıyor.
Nitekim, Kızıldeniz sadece bir su yolu değil; petrolün, diplomasinin ve barışın kesiştiği yeni bir küresel mihenk taşıdır. Türkiye'nin burada oynadığı rol, sadece enerji koridorları için değil, yeni dünya düzeni için de yol gösterici olabilir.
Kaynaklar: Dışişleri Bakanlığı Verileri, BM Raporları, Uluslararası Ajans Analizleri