KÖŞE YAZISI | Hazırlayan: Harun ŞAHİN

Enerji... Modern dünyanın nabzı, ekonomilerin can damarı. Küresel krizlerin, jeopolitik satrançların ve çevre politikalarının tam merkezinde duran enerji piyasaları, her ülkenin karakterini, stratejik reflekslerini ve gelecek vizyonunu adeta bir aynada yansıtıyor.

Nordik Dinginliği: Planlı, Yeşil, Uzun Vadeli

İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka… Bu dört ülkenin enerji politikalarına baktığınızda ortak bir tema dikkat çeker: sürdürülebilirlik, şeffaflık ve uzun vadeli vizyon.

Norveç, elektrik üretiminin %90’ından fazlasını hidroelektrikten karşılıyor. Aynı zamanda dünyanın en büyük doğal gaz ihracatçılarından biri. Bu ikili yapı, onu hem yeşil hem güçlü kılıyor.

Danimarka, rüzgar enerjisinde bir dünya devi. Enerjisinin yaklaşık üçte birini rüzgardan sağlıyor ve bunu istikrarlı bir şekilde şebekeye entegre etmeyi başarıyor.

İsveç ve Finlandiya ise nükleer, hidroelektrik ve biyokütleyi dengeli bir karışım içinde kullanarak karbon nötr hedeflerine hızla yaklaşıyor.

İskandinav (Nordik) ülkelerin ortak özelliği, devlet politikalarının piyasa mekanizmalarıyla uyumlu çalışması ve vatandaşın bu sürece aktif şekilde katılması. Enerji kooperatifleri, yerel üretim ve bilinçli tüketici profili sayesinde sistem istikrarlı işliyor.

Türkiye: Dönüşen Bir Enerji Labirenti

Türkiye'nin enerji piyasası ise daha karmaşık, daha çalkantılı ama aynı zamanda büyük potansiyele sahip. 2001’den bu yana süren serbestleşme süreci, enerji üretiminde çeşitlilik yarattı. Bugün geldiğimiz noktada:

Doğalgaz ve ithal kömür hâlâ önemli bir paya sahip. Ancak yenilenebilir enerji özellikle son 10 yılda ciddi bir sıçrama yaşadı.

Güneş ve rüzgar enerjisi, 2020 sonrası yapılan yatırımlarla kapasitesini katladı. Türkiye, güneş ışınımı açısından Avrupa’nın en şanslı ülkelerinden biri.

Enerji bağımsızlığı konusu, jeopolitik gelişmelerle doğrudan bağlantılı. Karadeniz’de keşfedilen doğalgaz rezervleri ve Akkuyu Nükleer Santrali, Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltma çabasının bir parçası.

Ancak piyasa yapısı hâlâ zaman zaman regülasyon, kur ve finansal risklere karşı kırılgan. Uzun vadeli planlamadan ziyade kısa vadeli müdahaleler öne çıkabiliyor.

Paradigma Farkı: Güven mi Esneklik mi?

Nordik modelde öne çıkan kavram "güven". Uzun vadeli planlamaya, kurallara ve çevresel hedeflere güven var. Bu güven, piyasa oyuncularını cesaretlendiriyor.

Türkiye’de ise sistem daha çok "esneklik" ve "pragmatizm" üzerine kurulu. Enerji arz güvenliği için hızlı manevralar, ani kararlarla regülasyon değişiklikleri, kısa vadeli teşvikler piyasayı şekillendiriyor.

Bu durum bazen yatırımcıyı tedirgin etse de Türkiye'nin coğrafi konumu, genç nüfusu, ve yüksek talep artışı, hâlâ onu cazip bir enerji pazarı haline getiriyor.

Geleceğe Dair Ortak Zemin: Yeşil Dönüşüm

Her iki bölgenin de ortak paydası artık net, karbonsuzlaşma ve enerji verimliliği.

Nordik ülkeler bu süreci çoktan başlatmış, yeşil hidrojen ve enerji depolama gibi yeni teknolojilere geçişte öncülük ediyor.

Türkiye ise bu yarışta daha yeni ama hızlı koşan bir oyuncu. 2030’a kadar %35 yenilenebilir enerji artışı hedefi, sanayi için karbon ayak izini düşürme planları ve AB Yeşil Mutabakatı'na uyum çabaları, bu yolda atılan adımlardan.

İki Yol, Aynı Hedef

Nordik ülkeler istikrarla örülü, planlı bir yeşil gelecek kurarken; Türkiye, hızlı adaptasyon ve yüksek potansiyelle aynı yolda ilerliyor.

Farklı paradigmalar, aynı vizyon, daha temiz, daha güvenli, daha sürdürülebilir bir enerji geleceği.

Bu süreçte önemli olan soru şu: Sürdürülebilirlik mi istikrarı getirir, yoksa istikrar mı sürdürülebilirliği?

Cevap, belki de bu iki dünyanın kesiştiği yerde yatıyor.

Kaldı ki enerji, sadece yakıt değil; bir toplumun geleceğe bakışıdır.

Kaynaklar: Dışişleri Bakanlığı Verileri, BM Raporları, Uluslararası Ajans Analizleri