Türk Dili Ailesi Günü, benim için sadece bir kültürel takvim başlığı değil... Türk dünyasının kendini yeniden hatırladığı, geçmişle gelecek arasında bilinçli bir köprü kurmaya çalıştığı bir anlam taşıyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türk cumhuriyetleriyle kurulan ilişkiler uzun süre temkinli, parçalı ve çoğu zaman sembolik ilerledi. Bugün gelinen noktada ise artık bu bağlar kurumsallaştı, özellikle dil ve alfabe meselesinin teorik tartışma alanından çıkıp somut kararlar zeminine taşındı. 1926’da Bakü’de düzenlenen Dil ve Alfabe Kongresi’nin üzerinden tam yüz yıl geçerken, yine Bakü merkezli bir iradeyle ortak alfabenin kabul edilmesi oldukça gurur verici.
34 harfli ortak alfabe kararı, sanılanın aksine teknik bir uyum çabasından çok daha fazlası. Bu karar, Türk dünyasında uzun süredir ertelenen bir psikolojik eşiğin aşılması anlamına geliyor. Alfabe, bir toplumun hafızasıdır. Ortak bir alfabe ise ortak bir gelecek tahayyülüdür. Halklar arasındaki temasın artması, kültürel geçişkenliğin hızlanması ve en önemlisi “biz” duygusunun güçlenmesi açısından bu adımın etkileri zamanla daha net hissedilecek.
Azerbaycan Türkçesinde, Kazak Türkçesinde yaşayan ve Anadolu’da unutulmuş kelimelerin yeniden dolaşıma girmesi, ortak hafızanın onarılması da demektir. Ortak bir iletişim dili hedeflenirken bu zenginlik, Türk dünyasının tek tipleşmeden bütünleşme için bulunmaz bir hint kumaşı. Özellikle genç kuşakların bu çeşitliliği daha doğal karşılaması, sürecin toplumsal zemin açısından sağlam olduğunu düşündürüyor.
15 Aralık’ın UNESCO tarafından Dünya Türk Dili Ailesi Günü olarak kabul edilmesi ise bu sürecin yalnızca içe dönük olmadığını, uluslararası alanda da karşılık bulduğunu gösteriyor. Sembolik günlerin küçümsenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü semboller, uzun vadeli kimlik inşasının en etkili araçlarıdır. Devlet düzeyinde yapılan kutlamalar da dil meselesinin Türkiye açısından kültürel olduğu kadar stratejik bir alan olarak görüldüğünü ortaya koyuyor.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın yalnızca dil ve kültürle sınırlı bir yapı olmadığını, aksine çok boyutlu bir entegrasyon arayışında olduğu bu süreçte daha net olarak göründü. Ekonomiden ulaştırmaya, enerjiden eğitime kadar onlarca alanda yürütülen çalışmalar, dilin bu yapının merkezinde yer alan birleştirici bir unsur olduğunu gösteriyor. Dil burada bir amaçtan çok, diğer alanları birbirine bağlayan bir omurga işlevi görebilecek.
Bugün gelinen durumda en çarpıcı nokta ise zihniyet değişimi. Artık “Türk dili konuşan ülkeler” gibi dar bir tanım yerine doğrudan “Türk Devletleri” ifadesinin kullanılması, meselenin sadece dilde değil, kimlikte de bir üst aşamaya geçtiğini gösteriyor. Dil üzerinden başlayan bu süreç, bugün ortak tarih, ortak gelecek ve ortak strateji arayışına evriliyor. Bize de gururlanmak ve sürece katkısı olan her türlü haberi desteklemek düşüyor...