Sevgili okuyucularım;
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada ve haberlerde geniş yankı uyandıran bir olay yaşandı….
Konya’da bir göz hekimi, yalnızca kıyafetinden ötürü bir kız çocuğunu, üstelik annesinin yanında “teşhirci” diyerek muayene etmeyi reddetti…

Düşünebiliyor musunuz…
Bir doktor, ettiği Hipokrat yemini hiçe sayarak hastasına bakmıyor…
Üstelik bunu dini inancına dayandırıyor…
Oysa doktorluk, savaşta bile yaralı düşman askerine yardım etmeyi gerektiren bir meslektir…

Çünkü hekimlik yemini, insanı ayırt etmeksizin yaşatmayı emreder…
Sen bu meslekten ekmek yiyorsun, bunun için yemin ettin…

Dini inancını mesleğinle karıştırırsan, yarın başka bir doktor da çarşaflıya, eşarplıya, kapalı kadına aynı muameleyi yaparsa ne olacak…
Din üzerinden ayrımcılığın ta kendisi olacak…

Peki o zaman toplumda güven nasıl sağlanacak…
Bu yapılanın meslekten ihraca kadar gidecek bir ihlal olduğunu hatırlatmak gerekir…
Bakalım sana ne olacak…
Bekleyip göreceğiz…

Unutmayalım… Tıp mesleğinin temel ilkeleri arasında tarafsızlık, hasta mahremiyetine saygı ve bireysel özgürlük vardır…
Sağlık kurumları ideolojik ya da ahlâki dayatma alanları değil…
insanların güvenle başvurduğu tarafsız mekânlardır….

Bunun dışına çıkıldığında ise toplumda “ahlâk polisliği” kültürü doğar…
Bu kültür, insanların özgürlük alanlarını daraltır, korkuyu yaygınlaştırır ve birlikte yaşamın temellerini sarsar.

En önemlisi ise inanç bireysel bir tercih ve vicdan meselesidir. Kimsenin başkasına dayatamayacağı, kişisel bir alandır…
Türkiye gibi farklı kimliklerin, kültürlerin ve yaşam tarzlarının iç içe geçtiği bir ülkede, giyim-kuşam üzerinden ötekileştirme; ayrışmayı ve kutuplaşmayı derinleştirir…
Kamusal alanda “biz ve onlar” ayrımını büyütür, toplumun ortak paydalarını zayıflatır…

Oysa biz; iki dünyanın kesişim noktasında yoğrulmuş bir milletiz…
Mevlânâ’nın derinliğiyle,
Yunus Emre’nin engin insan sevgisiyle,
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefiyle beslenmiş bir millet…

Peki, buna göre davranmamız gerekmiyor mu?..

Vesselam…