KÖŞE YAZISI | Hazırlayan: Harun ŞAHİN
Dünyanın enerji haritası, yalnızca rezervlerin büyüklüğüyle değil, bu rezervlerin nasıl ve kimler aracılığıyla dağıtıldığıyla çizilir. Türkiye ile İran arasındaki enerji ilişkileri ise bu haritanın karmaşık ama kritik bir noktasını oluşturuyor. Coğrafya onları komşu yaptı; enerji ihtiyacı ve kaynakları ise stratejik bir zorunlulukla birbirine bağladı.
Enerji: İran’ın Gücü, Türkiye’nin Zayıf Karnı
İran, dünya doğalgaz rezervlerinin yaklaşık %17’sine sahip. Ancak bu potansiyel, yıllardır yaptırımlar, teknolojik yetersizlikler ve altyapı sorunları nedeniyle tam anlamıyla küresel piyasaya sunulamıyor. Öte yandan Türkiye, enerji bakımından dışa bağımlı bir ülke. Doğalgazda ithalat oranı %99’un üzerinde ve bu da arz güvenliğini Türkiye’nin en büyük ekonomik kırılganlıklarından biri haline getiriyor.
İşte bu nedenle Türkiye’nin İran’dan doğalgaz alımı sadece ticari bir ilişki değil; jeopolitik ve ekonomik bir zorunluluk.
Arz Güvenliği Neden Kritik?
Türkiye’de sanayi, konutlar ve elektrik üretimi büyük ölçüde doğalgaza bağlı. Kış aylarında İran’dan gelen gazın “teknik nedenlerle” kesilmesi, Türkiye’de üretimin durma noktasına gelmesine, sanayiye sınırlama getirilmesine yol açabiliyor. Bu durum, Türkiye için enerji arzında çeşitlendirmenin ne kadar kritik olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Ancak, İran’da bu ilişkinin farkında. Doğalgaz satışı, İran’ın yaptırımlar altındaki ekonomisi için değerli bir döviz girdisi. Bu karşılıklı bağımlılık, iki ülkenin enerji konusunda “zorunlu ortaklar” olmasını sağlıyor.
Bölgesel Jeopolitik ve Yeni Dönem
2020 sonrası dönemde Kafkasya’daki değişimler, Azerbaycan ve Türkmenistan ile Türkiye’nin enerji ilişkilerinde yeni kapılar açtı. Ancak bu çeşitlenmeye rağmen İran hattı, hâlâ kilit önemde. Türkiye’nin LNG terminalleri, TANAP ve Rusya ile kurduğu ilişkiler elbette arz güvenliğinde sigorta rolü görüyor ama İran hattı olmadan denklem tamamlanmıyor.
Üstelik Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında İran’la geliştirdiği ilişkiler ve BRICS içindeki İran hamleleri, İran’ın enerji diplomasisini Batı’ya alternatif eksenlerde güçlendirdi. Bu da Türkiye’nin İran’la ilişkisini daha dikkatli ve dengeleyici bir şekilde sürdürmesini zorunlu kılıyor.
Yeni Bir Enerji Diplomasisi Mümkün mü?
Peki çözüm ne? İran ve Türkiye arasında daha şeffaf, daha teknik altyapıya dayalı ve karşılıklı taahhütlerin net olduğu bir enerji protokolü neden mümkün olmasın?
Uzun vadeli, sabit fiyatlı kontratlar: İki taraf da fiyat dalgalanmalarından zarar görüyor. Yeni modellemeler, bölge için istikrar yaratabilir.
Altyapı yatırımları: Türkiye’nin İran’daki enerji altyapısına ortak olması, bu iş birliğini teknik olarak da güçlendirebilir.
Bölgesel iş birlikleri: Türkiye–İran–Azerbaycan üçgeni, Orta Doğu–Kafkasya enerji entegrasyonuna yeni bir boyut kazandırabilir.
Enerji Değil, Güven Satın Alıyoruz
Enerji alımı, yalnızca bir ticaret değil, bir güven yatırımına dönüşmüş durumda. Türkiye’nin İran’la enerji ilişkisi, ekonomik zorunluluğun ötesinde bir stratejik denge politikasına dönüşüyor. Bu dengeyi korumak için hem teknik altyapı hem de diplomasi kanalları yeniden tasarlanmalı. Çünkü bu coğrafyada enerji yalnızca ısıtmaz — aynı zamanda soğutur, dondurur ya da ateşe atabilir.
Kaynaklar: Dışişleri Bakanlığı Verileri, BM Raporları, Uluslararası Ajans Analizleri