01 Eylül 2025. Türkiye ekonomisi, yılın ikinci çeyreğinde %4,8 oranında büyüme kaydetti. Beklentilerin üzerinde. Aynı gün açıklanan bir diğer veri, ekonomideki toplam arzın %81,1’inin sanayi üretiminden kaynaklandığını gösteriyor. İlk bakışta sevindirici. Ekonomik hareketlilik, üretkenlik, güç… Türkiye için önemli bir ivme. Ancak bu gelişimin sürdürülebilirliği açısından şu soruyu da sormak değerli: Bu büyüme, kimin hayatına nasıl dokunuyor?
Rakamlar Artıyor Ama Oksijen Eksiliyor
Sanayi üretimi %81,1. Bu oran, üretimin ekonomideki ağırlığını değil, aynı zamanda hayatlarımızdaki dönüşümü de ifade ediyor. Çünkü sanayi demek; enerji tüketimi demek, hammadde demek, çevreye baskı demek. Evet, istihdam da yaratıyor, teknoloji de geliştiriyor. Ama bu gelişim ne kadar sürdürülebilir?
Büyüme elbette önemlidir. Ancak bu büyümenin toplumun temel kaynaklarına ve yaşam kalitesine nasıl yansıdığı da en az rakamlar kadar belirleyicidir. Tarım toprakları, sanayileşmenin gölgesinde giderek daralıyor; su kaynakları artmıyor, aksine iklim krizi ve yanlış kullanım sonucu tükeniyor. Emek kesimi üretim çarkını döndürmeye devam ederken, alım gücü ve yaşam standartları hala baskı altında. Ve belki de en önemlisi: Yeni nesil, geleceğe güvenle mi bakıyor, yoksa belirsizlik içinde mi büyüyor? Ekonomik büyüme rakamlarının, bu hayati sorulara yanıt üretebildiği ölçüde anlam kazandığını unutmamak gerekiyor.
Göstergelerin Ötesinde Türkiye’nin Gerçek Refah Haritası
İkinci çeyrek büyümesi %4,8. Peki sokaktaki vatandaş bu büyümeyi nerede yaşıyor? Kira fiyatlarında mı? Marketteki etikette mi? Elektrik faturasındaki sıçramada mı? TÜİK’in verisi doğru olabilir. Ama istatistiklerin gerisindeki insani hikâyeler yoksa, sadece grafiklerden ibarettir. Bir ekonomi büyüyorsa, insan hayatı da genişlemeli. Hayaller, huzur, fırsatlar çoğalmalı. Eğer sadece birkaç holdingin bilançosu şişiyor, milyonların omzu çöküyorsa; burada refah değil, yük büyüyordur.
Sanayi Güçlü, Zihniyet Zayıfsa Ne Değişir?
Elbette üretim değerlidir. Elbette çarklar dönmeli, makineler çalışmalı. Ama üretim, salt demirle değil; ahlakla, liyakatle, ortak akılla da inşa edilmelidir.
Sanayiye yapılan yatırım kadar, bilime, eğitime, kültüre yapılan yatırım da konuşulmalı. Teknolojik makinelerle övünmeden önce, o makineleri kullanan insanın yaşam kalitesi sorgulanmalı.
Çünkü kalkınma yalnızca üretimle değil, birlikte inşa edilen bir adalet duygusuyla anlam kazanır.
Büyüme Varsa Denge de Olmalı
Rakamların gücünü inkar etmiyoruz, ama insanın hikâyesini de göz ardı etmemeliyiz. Sanayiyi konuşurken, çevresel etkileri, emeğin hakkını ve toplumsal dengeyi de birlikte düşünmeliyiz.
Bugünün yükselen grafikleri, yarına sağlam bir miras bırakabilir - eğer o grafiklerin ardında sadece kazanç değil, vicdan ve ortak akıl da varsa…