KÖŞE YAZISI | Hazırlayan: Harun ŞAHİN

Her şeyin normalleştiği yerde, hiçbir şey normal değildir.

Günümüz toplumlarının en tehlikeli hastalıklarından biri, fark edilmeden yaygınlaşan sosyal çürümüşlük. Ahlaki değerlerin silikleştiği, empati duygusunun yerini bireysel hırsların aldığı, yozlaşmanın sıradanlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bu çürüme; ne aniden başlar ne de tek bir alana hapsolur. Aileden eğitime, siyasetten sanata, sosyal medyadan gündelik hayata kadar her noktada etkisini gösterir.

Peki, nedir bu sosyal çürümüşlük?

Sosyal çürümüşlük; toplumun ortak değer yargılarını, adalet duygusunu, vicdanını ve ahlaki pusulasını yitirmesidir. Hakkaniyetin yerini torpilin, liyakatin yerini sadakatin, saygının yerini şiddetin, eğitimin yerini gösterişin aldığı bir yapıdan söz ediyoruz.

Bir öğretmenin öğrencisine umut veremediği, bir gencin geleceğe dair hayal kuramadığı, bir yöneticinin halkı değil kendi menfaatini düşündüğü, bir ebeveynin çocuğuna ahlaki rehberlik yapamadığı bir düzende; biz nereye gidiyoruz?

Belirtileri her yerde...

Sosyal medyada linç kültürünün meşrulaşması,

Trafikte sabır değil öfkenin kural olması,

Komşuluk ilişkilerinin yerini güvenlik kameralarının alması,

Gençlerin “dürüstlükle bir yere varılamaz” fikrine kapılması,

Eğitimin nicelikle ölçülüp nitelikten uzaklaşması...

Hepsi birer alarm zili. Ve en tehlikelisi şu: Artık bu çürümüşlüğü normal karşılamaya başladık.

Çözüm nerede?

Çürümüşlük kendi kendine çözülmez. Beklemekle değil, uyanmakla ve eyleme geçmekle düzelir. Peki ne yapmalı?

Aileden başlamalıyız; Aile, bireyin ilk vicdan okuludur. Saygı, sevgi, dürüstlük, merhamet gibi temel değerler burada öğrenilir. Çocuklara sadece matematik değil, insanlık da öğretilmeli.

Eğitim sistemini gözden geçirmeliyiz; Ezber değil, düşünme ve sorgulama kültürü ön planda olmalı. Sınav merkezli değil, değer merkezli bir eğitim şart.

Adaletin gerçekten işlediği bir sistem kurmalıyız; Toplumda güvenin yeniden inşa edilmesi için adaletin sadece kâğıt üstünde değil, hayatın içinde var olması gerekir.

Medya ve sosyal medyada sorumluluk; Fenomenlik değil, fayda üretme ön plana çıkmalı. Toplumun nabzını tutan bu mecralar, zehir değil şifa dağıtmalı.

Toplumsal hafıza ve kültürel bağlar; Köklerinden kopmuş toplumlar kolay dağılır. Geleneksel değerleri çağdaşlıkla harmanlayarak yeni bir toplumsal bilinç inşa etmeliyiz.

Toplumsal çürümüşlük kader değildir

Gidişat kötü olabilir ama yön değiştirmek elimizde. Umutsuzluğa kapılmadan, sadece eleştirmekle yetinmeden, bireysel sorumlulukla başlayarak bir dönüşüm başlatmak mümkün.

Unutma: Toplum dediğin, biziz. Sen, ben, o... Değişim bizle başlar.