Bazı hikâyeler vardır; kimin yazdığı, nerede geçtiği, gerçek olup olmadığı önemli değildir. Çünkü asıl çarpıcı olan, insan ruhunun karanlık bir köşesine tuttuğu ışıktır. Elektrikli sandalyeye yürümeyi bekleyen bir mahkûmun öyküsü de böyle bir ışık:

Sarsıcı, rahatsız edici ve bir o kadar da öğretici.

Ölüm cezasına çarptırılmış bir adam…

Kaçınılmaz sona doğru ilerlerken ona sunulan “bilimsel deney” teklifini kabul ediyor. Yalnızca bir bilek çizikliği, kolunun altında bir kase ve yavaş yavaş düşen damlaların sesi…

Gerçek kan değil; yalnızca serum.

Ama zihnin duyduğu ses, gördüğünden daha güçlü oluyor.

Vücut olanı değil, inandığını yaşıyor.

Damlalar yavaşlıyor.

Nefes daralıyor.

Kalp sıkışıyor.

Ve damla sesi kesildiğinde, adamın kalbi de duruyor.

Bir insanı öldüren şey bıçak, kurşun ya da elektrik değil…

Zihnin ona söylediği hikâye.

Burada asıl tehlike algının gücü.

Kader mi Gerçeklik mi? Yoksa Sadece Zihin?

Bu kurmaca deney, bilimin değil ama insan doğasının rahatsız edici bir gerçeğinin altını çiziyor:

İnsan, çoğu zaman gerçeği değil, kendi inandığı gerçeği yaşar.

Bugün hayatın herhangi bir köşesine oturup bakın. Engelleri aşılmaz sananlar, çoğu zaman daha denemeden pes edenlerdir. “Ben yapamam” cümlesinin ilk mağduru, o cümleyi kuran kişidir.

Öte yandan, en çalkantılı fırtınalarda bile “Bir yol daha vardır” diyenler, çoğu zaman o yolu gerçekten bulur.

Yeter ki inanın, hedeflerinize odaklanın; bazen zorluklarla karşılaşabilirsiniz. Unutmayın, gecenin en karanlık anı şafak vaktine en yakın andır. Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır. Kurulacak yeni dünyaya hazır olun.

O mahkûmun hikâyesi abartılı gelebilir; ama hepimiz, kendi zihinlerimizin damlalarını dinleyerek yaşamıyor muyuz?

Ses bazen “yetersizsin” diyor.

Bazen “zaten geç kaldın.”

Bazen de “burası senin için fazla.”

Biz o sesi ne kadar gerçek sanırsak, üzerimizdeki etkisi o kadar ölümcül hâle geliyor.

Hayatın Kasesine Düşen Damlalar

Kabul edelim: İnsan, kendi düşüncesinin mahkûmu olabildiği gibi, kendi inancının mimarı da olabilir.

Bir adımı atıp atmamak arasındaki fark, çoğu zaman kas gücü değil; zihnin fısıltısıdır.

Bu nedenle, hikâyedeki en güçlü cümle atasözü değil, o atasözünün altındaki hakikattir:

“Başarısızlığı düşünen zaten başarısız olmuştur.”

Mahkûm, öleceğine inandı ve öldü.

Biz ise çoğu zaman başaramayacağımıza inanıyoruz ve gerçekten başaramıyoruz.

Ama aynı zihne başka bir hikâye anlatırsak?

“Yapabilirsin, denemeye değer, dönüşüm mümkündür” dersek?

Bir damla daha düşer, bir nefes daha alınır, bir adım daha atılır.

Belki de hayatın bütün dönüşümü, işte o tek damladadır.

Zihnimizin Öldürdükleri, Zihnimizin Dirilttikleri

Hayat, dış dünyadan çok iç dünyamızda yaşanıyor.

Bizi öldüren çoğu zaman olaylar değil, onlara verdiğimiz anlamlar.

Ve bizi hayatta tutan da çoğu zaman mucizeler değil, onlara duyduğumuz inanç.

Bir mahkûmun trajik yanılgısından çıkarılacak en güçlü ders tam da şudur:

Korku öldürebilir ama inanç diriltir.

Hangi damlanın bizi yönlendireceğini seçmek ise, her gün yeniden elimizdedir.

*Bu siteye yazılan köşe yazıları Türkinform'un editöryal politikasını yansıtmamaktadır. Köşe yazılarındaki görüşler yalnızca yazarları ilgilendirmektedir.*