Geçen hafta 22 yaşındaki bir genç arkadaşla konuşurken ilginç bir şey oldu. Kendisine "Eee, sen bu konuda ne düşünüyorsun?" dedim, telefona bakıp "Bi saniye, arkadaşlarım ne diyor acaba" dedi. Sonra durdu, gülümsedi ve "Ne kadar saçma değil mi? Aslında kendi görüşüm çok net ama yine de başkalarının fikrini merak ediyorum" diye ekledi.

Bu sahne, Z kuşağının yaşadığı büyük paradoksu mükemmel özetliyor: Tarihin en bağımsız düşünen jenerasyonu olma potansiyeline sahipler, ama aynı zamanda sürekli onay arayışındalar …

Çağımızın Büyük Zihinsel Devrimi

1997 sonrası doğan bu jenerasyon, dünyaya bambaşka gözlerle bakıyor. Anne babalarının aksine, onlar için otoriteye saygı otomatik gelmiyor. Her şeyi sorguluyorlar, geleneksel başarı tanımlarını reddediyorlar, kendi değer sistemlerini kuruyorlar.

Yakın zamanda yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu gençlerin sadece altıda biri klasik liderlik pozisyonlarına ulaşmak istiyor. Geri kalanı?

Onlar iş-yaşam dengesi kurmuş, anlamlı işler yapan, kendi şartlarında çalışan bir yaşam hayal ediyor.

Farkında mıyız bilmiyorum ama bu aslında büyük bir zihinsel devrim.

X kuşağı "çalışalım, başaralım, yükselelim" mantığıyla büyürken, Y kuşağı "takım olalım, değişim yapalım" diyordu.

Z kuşağı ise "Ben kimim, ne istiyorum, hayat neden ibaret?" sorularıyla meşgul.

Aile ilişkilerinde de aynı değişim var. Ebeveynlerini arkadaş gibi görüyorlar, onlarla tartışmaktan çekinmiyorlar. Bu da onları daha özgüvenli ama aynı zamanda daha karmaşık bir konuma sürüklüyor olmalı, değil mi?

Z kuşağının en dikkat çekici özelliklerinden biri de muazzam yaratıcılık potansiyeli. TikTok'ta kendi içeriklerini üretiyorlar, YouTube'da kanallar açıyorlar, Instagram'da markalar kuruyorlar. 15 yaşında e-ticaret sitesi kurmuş, 18 yaşında uluslararası müşterileri olan gençlerle dolu Türkiye. Geçenlerde Kaliforniya merkezli bir startup’ın kurucusu arkadaşım Türkiye’den de danışmanları olduğunu söyledi, hem de çok sayıda.

Her Ekran, Bir Mutsuzluk

Bu muazzam bağımsız düşünce potansiyeli, sosyal medyanın sanal dünyasında kırılmaya uğruyor.

Dünya Sağlık Örgütü'nün son verilerine göre problemli sosyal medya kullanımı dört yılda neredeyse ikiye katlandı. Özellikle genç kızlarda durum daha da vahim. Sürekli başkalarını izleme, karşılaştırma, onay arama döngüsü içindeler.

Sürekli duyduğumuz gibi: "Instagram'da arkadaşımın fotoğrafını görüyorum, bi anda kendi hayatım çok sıkıcı geliyor. Sonra TikTok'ta influencer'ın videosunu izliyorum, kendimi başarısız hissediyorum. E tabi bu durumda nasıl kendi fikrimi oluşturayım?"

Odak, Fokus?

Z kuşağının yaşadığı en büyük sorunlardan biri de dikkat dağınıklığı. Sürekli bilgi bombardımanı altındalar. Her gün yüzlerce görüş, fikir, trend ile karşılaşıyorlar.

Bu kadar gürültü arasında kendi seslerini bulmakta zorlanıyorlar.

Çalışma hayatına yansımaları da bunun göstergesi. Son araştırmalar Z kuşağının işe bağlılığının önceki jenerasyonlardan çok daha düşük olduğunu ortaya koyuyor.

Bekleyin bu data en ilginci: bu jenerasyonun üçte birinden azı işini gerçekten sahipleniyor.

Bu durum Türkiye için hem risk hem fırsat. 86 milyon nüfusumuzun büyük kısmını oluşturan bu jenerasyon, doğru yönlendirilirse muazzam bir güç olabilir.

Çünkü onların sahip olduğu şey çok değerli: Otantik olmaya olan derin ihtiyaç, adaletsizliklere karşı yüksek duyarlılık, geleneksel kalıpları kırma cesareti.

Deprem gecesi sosyal medyayı afet koordinasyon merkezine çeviren de onlardı. İhtiyaç sahipleriyle yardım edenleri buluşturan da, asılsız haberleri tespit edip düzelten de.

Kapsamlı Bir Çözüm Haritası

Z kuşağının geleceği, teknoloji ile insan doğası arasındaki dengeyi kurabilmekte yatıyor. Onlara sadece teknik beceriler değil, eleştirel düşünme, empati kurma, gerçek ilişkiler geliştirme yetenekleri kazandırmalıyız.

Bu da sistemli bir yaklaşım gerektiriyor. Varolan ileri teknolojileri kullanarak onlara bu hızlı dünyada var olmayı öğretmenin yolları var, bunlar üzerinde çalışmalıyız.

Bunun ötesinde mentorluk programları kurmalıyız, deneyimli profesyonelleri gençlerle buluşturmalıyız. Sanal dünyanın ötesinde gerçek hayat deneyimleri yaşatmalıyız. Spor kulüplerinden sanat atölyelerine, sosyal sorumluluk projelerinden girişimcilik etkinliklerine kadar gençlerin kendilerini keşfedebileceği alanlar yaratmalıyız.

Ayrıca aileler de bu sürece dahil edilmeli. Ebeveynlere çocuklarıyla nasıl kaliteli zaman geçirecekleri, onların içsel dünyalarını nasıl anlayacakları konusunda rehberlik etmek gerekiyor.

Bu jenerasyon, doğru araçlarla dünyayı değiştirebilecek potansiyele sahip. Ama önce kendileriyle barışık, kendi değerlerine güvenen, başkalarının görüşlerinden bağımsız düşünebilen bireyler olmaları gerekiyor.

Soru şu: Bu jenerasyonun sesini kim duyacak? Kim onlara gerçek araçları verecek? Kim onların bu muazzam potansiyelini ortaya çıkarmak için harekete geçecek?

İşte ben bu işe baş koydum!