Atanmak Değil, Hak Etmek Gerek: Liyakatin Gölgesinde Bir Eğitim Sistemi

Yıl 1994’tü. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Moğultay, kadrolaşmaya dair yöneltilen eleştirilere karşı, “Benim bakanlığım döneminde solcular alınacaktır, ülkücüler alınacak değil ya!” diyerek tarihe geçen bir söze imza atmıştı. O günden bu yana çok şey değişti ama şu değişmedi: Devlet kadrolarında adam kayırma, siyasi torpil ve ayrımcılık hâlâ bu milletin alnındaki kara bir leke gibi duruyor.

Bugün aradan geçen onlarca yıla rağmen, KPSS'den 90 puan alan bir öğretmen adayı açıkta kalırken, 70 puan alan ama “doğru bağlantıları” olan bir başkası göreve başlıyorsa, bir şeylerin değişmediğini değil; aksine, daha da kurumsallaştığını görmemiz gerekir. Yani o gün “ülkücüleri mi atayacağız?” diyen mantık neyse, bugün de “bizim çocuğumuz mülakatta kendini daha iyi ifade etti” bahanesinin arkasına saklanan mantık aynıdır.

Mülakat mı, Mülâna mı?

Şüphesiz bazı mesleklerde mülakat olmazsa olmazdır. Emniyet, istihbarat, adalet gibi alanlarda bireyin kişilik özellikleri, fiziksel uygunluğu, kriz yönetimi becerisi gibi detaylar yazılı sınavla ölçülemez. Ancak, öğretmenlik gibi büyük oranda bilgi, pedagojik donanım ve akademik başarıya dayalı bir meslekte, yazılı sınavda gösterdiği başarıyı gölgeleyen bir mülakat süreci, sistemin özünü sarsar.

Bugün yüzbinlerce genç, aylarca KPSS’ye hazırlanıyor. Uykusuz geceler, ekonomik zorluklar, kırtasiye masrafları ve bir dolu fedakârlıkla bir umutla sınava giriyor. Fakat sistem, “senin hakkın 90 ama sen bizden değilsin” diyorsa, bu sadece bireyin değil, toplumun vicdanında da onarılması güç yaralar açıyor.

Adalet, yalnızca mahkemelerde değil; atama listelerinde, sınav sonuçlarında, mülakat odalarında da tecelli etmelidir. Liyakat, sadece bir sistem tercihi değil; vicdanın, ahlakın ve devlet ciddiyetinin gereğidir.

Bugün yaşadığımız en büyük sorunlardan biri, “kimin hak ettiği” değil, “kimin tanıdığı olduğu” meselesidir. Bu çarpıklığı düzeltmek elimizde. Çünkü bu ülkenin gençleri, torpile değil; hak ettiği yere gelmeye, emeklerinin karşılığını almaya layıktır.

İdarecilik Atamalarında Liyakatsizlik: Okulların Sessiz Çığlığı

Öğretmen atamalarındaki adaletsizlik ne kadar vahimse, idarecilik atamalarında yaşanan liyakatsizlik bir o kadar yıkıcıdır. Bugün Türkiye'nin dört bir yanındaki okullarda, bilgi birikimiyle, deneyimiyle ve vizyonuyla örnek teşkil edecek nice öğretmen, sadece “doğru sendikaya üye olmadığı” veya “gerekli ilişkileri kuramadığı” için müdür ya da müdür yardımcısı olamıyor.

Bunun yerine, sınıf yönetimi, liderlik ve vizyon geliştirme gibi temel idarecilik becerilerinden yoksun, ama “uygun yapıya sadakatle bağlı” kişiler yönetici yapılıyor. Sonuç?

Öğretmen odasında huzursuzluk, okul koridorlarında disiplinsizlik, öğrencide motivasyon kaybı, veliye yansıyan yönetim zaafı...

Bir okulun idarecisi, o okulun direksiyonundaki kişidir. Direksiyona ehliyetsiz birini oturtursanız, varacağınız yer uçurum olur. Okullarda liyakatli yöneticiler olmadıkça, sadece bugünü değil, geleceği de heba ederiz.

Milli Eğitim'de Liyakat Neden Hayati?

Eğitim, bir toplumun yarınını inşa eden en önemli sektördür. Öğretmen, yalnızca bilgi aktaran bir kişi değil; karakter şekillendiren, değer kazandıran bir rol modeldir. Bu kadar önemli bir misyona sahip bir mesleğe yapılacak atamalarda torpilin, adam kayırmanın, ideolojik ayrımcılığın yeri olabilir mi?

Liyakat, sadece bir kelime değil; devletin belkemiğidir. Hele ki eğitim gibi geleceği inşa eden bir alanda, öğretmen atamalarında adalet ve objektiflik en temel esas olmalıdır. Bir ülkenin çocuklarını yetiştirecek kişilerin belirlenmesinde adalet terazisi şaşarsa, o toplumda hak yerini bulmaz, geleceğe güven de kalmaz.

Liyakat esaslı, objektif ve şeffaf bir atama sistemi bu ülkeye yapılacak en büyük hizmetlerden biridir. Eğitimde, adalette, sağlıkta, kamunun her kademesinde “bizden olan” ya da “bizden olmayan” ayrımı yapılmadan, ehliyet sahibi herkesin hak ettiği yere gelmesi sağlanmalıdır. Siyasi ya da ideolojik yakınlık, makam kapısı aralamamalıdır.

Bir öğretmenin, “Ben yüksek puan aldım ama torpilli biri yerime geçti” diyerek öğretmenliğe küsmesi, sadece onun değil, yetiştireceği yüzlerce öğrencinin de kaybıdır. Oysa bu ülkenin her köşesinde, çocuklarımızın en iyilere emanet edilmesi gerekir. Hakkıyla gelenin verdiği güvenle büyüyen nesiller, bu ülkenin en büyük güvencesidir.

Milli Eğitim, siyasi görüşlerin, cemaatlerin, tarikatların arka bahçesi değil; bu milletin her ferdine eşit mesafede duran bir devlet kurumu olmak zorundadır. Eğitimde yapılan bir hata, sadece bugünü değil, on yıllar sonrasını da etkiler. Liyakatsiz atanan her bir öğretmen, binlerce öğrencinin geleceğine ipotek koymak demektir.

Eğitim; bir toplumun geleceğine, karakterine ve kalkınma potansiyeline yapılan en büyük yatırımdır. Öğretmenler yalnızca ders anlatmaz; kişilik kazandırır, değer aşılar, umut verir. Peki, bu kadar kutsal bir görevi üstlenecek öğretmenleri ya da bu öğretmenleri yönetecek müdürleri, hangi kriterle seçiyoruz?

Bir okul müdürünün göreve geliş kriteri “hangi derneğe yakın olduğu” ya da “hangi yapıya sadık olduğu” ise, o okulda adaletin değil, bürokrasinin gölgesi dolaşır. Oysa eğitimin her kademesinde olması gereken tek kriter ehliyet ve liyakat olmalıdır.

Adil Bir Mülakat, Objektif Bir Sistem Mümkün

Elbette mülakat sistemi toptan kaldırılmalı demiyoruz. Ancak, mülakatın gerekli olmadığı alanlarda ısrarla uygulanması, sürecin şeffaf olmaması, kamera kaydının alınmaması ve objektif kriterlerin açıklanmaması gibi uygulamalar büyük bir güvensizlik yaratıyor. Hak edenin elenip, hak etmeyenin kazanması sadece bir bireyin değil, koskoca bir milletin emeğini boşa çıkarır.

Bugün yüzbinlerce genç KPSS’ye hazırlanıyor. Gece gündüz demeden, sayfalarca not tutuyor, denemeler çözüyor, hayal kuruyor. Fakat onlar da biliyor ki, bir gün karşılarına çıkacak mülakat masasında alın teri yerine “tanıdık kim” sorusu sorulacaksa, bu emeklerin bir anlamı yok. Bu, yalnızca bireysel adaletsizlik değildir; bu, toplumsal çürümeye davetiye çıkaran bir düzendir.

Tarafsız, adil, şeffaf ve hesap verebilir bir atama sistemi, bu ülkenin geleceğine yapılacak en büyük yatırımlardan biridir. İnsanlar hangi görüşten olursa olsun, devletin kapısını çaldığında “eşit yurttaş” muamelesi görmek ister. İşte gerçek adalet budur. “Bu bizim çocuk, onu alalım” devri kapanmadıkça, bu ülkenin evlatları yurtdışında gelecek aramaya devam edecektir.

Hakkaniyet Devletin Temelidir

Liyakat yalnızca bir kavram değil; bir devletin güvenliğinin, kalkınmasının, iç huzurunun temel taşıdır. Eğer bu topraklarda hakkıyla 90 puan alıp atanamayanlar varken, torpille gelenler yönetici oluyorsa, sadece adalet değil; umut da yara alır.

Bugün bir mülakatta haksız yere elenen gencin gözyaşları, yarın bu milletin sel olup önüne katacağı bir öfkeye dönüşebilir. İşte bu yüzden, "güzel ülkemizin güzel insanları" arasında ayrım yapmamak, en büyük hizmettir.

Ve belki bir gün, mülakat kapısında değil, bilgiyle, emekle ve adaletle kazanılan bir sistem kurulduğunda; işte o zaman gerçekten “güzel ülkemizin güzel insanları” arasında ayrım yapılmadan, eşit ve adil bir yarın inşa etmiş olacağız.

Unutmayalım, bu ülke hepimizin ve ancak hep birlikte yükselebiliriz.