ABD’de önce yazılım mühendisi olarak çalıştım. Sonra yüksek öğrenimi Massachusetts Institute of Technology’de (MIT)’de tamamladım. Wall Street'de birkaç yıl danışman olarak çalıştım. New York'ta yatırımcılar arasında çalışırken, ülkemde inovasyonun nasıl geliştiğini merak ediyordum. O zamanlar NYSE’de listelenmiş tek bir Türk şirketi vardı. Hisse alıp bu şirketin küçük bir yatırımcısı oldum. Çünkü dışarıdan bakıldığında Türkiye’nin en inovatif teknoloji şirketi gibi görünüyordu.

Döndüğümde bu şirkete katıldım, ancak işler beklediğim gibi değildi.

Şirket kendini teknoloji şirketi olarak tanımlıyordu ama içinde çalışan mühendislerin sözü geçmiyordu. Yatırımcı görüşmelerinde başrol oynayanlar doğru dürüst ingilizce konuşamıyordu. Teknoloji şirketi demeye çekiniyorlardı. Mühendislere saygı yoktu. Projeler değil, pazarlama sloganları ön plandaydı. Vah vah diyordum içimden …

Bu yüzden ben ve ABD’den aynı dönemden geldiğim yakın arkadaşım bir yıldan kısa sürede ayrıldık bu şirketten. Çünkü burada asıl sorunun teknik değil, kültürel olduğunu anlamıştık. Türkiye özel sektöründe inovasyon eksikliği sadece bütçeyle değil; yönetim anlayışıyla ve özel sektörün kültürü ile alakalıydı.

Peki Türkiye’de İnovasyon nerede?

Türkiye’de inovasyon dediğimizde aklımıza gelen isimler genellikle kamu kurumları. ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN... Bunların ortak noktası şu: Uzun vadeli planlamaları var, risk alabiliyorlar ve en önemlisi, mühendislere özel sektörden çok daha farklı yaklaşıyorlar.

Oysa özel sektörde durum farklı. Örneğin ülkenin en büyük şirketleri ev aletlerini bile "teknolojik ürün" diye satmaya çalışıyor. Aslında içeriği sıradan, bildiğiniz eski teknoloji. Bu, teknoloji değil; pazarlama. Özel sektör pazarlama uzmanı.

Kim Ne Diyor?

Yurt dışında çalışırken gördüm ki, başarılı şirketlerde yöneticiler mühendislikten anlayan insanlardı. Veya en azından onların söylediklerini dinleyebilenlerdi. Burada ise tersi geçerli. Yöneticiler mühendisleri anlamak yerine, onları göz ardı ediyor. Mühendisler değil, satış departmanları karar alıyor.

Bu bağnazlık, sadece bir şirkette değil. Birçok büyük özel şirketin içinde aynı havayı soluyorsun. Yeni fikirler değil, eski yöntemler korunuyor. Değişim değil, alışkanlıklar egemen.

Peki Neden Böyle?

Çünkü özel sektörün çoğu yerinde kalmayı tercih ediyor. Risk almak istemiyorlar. Ar-Ge yapmak, yıllarca sonuç vermeyebilir. Oysa ithal parçalarla montaj yapıp, hazır ürünü satmak çok daha kolay.

Gelecek İçin Nasıl Bir Yol İzlemeli?

Türkiye'nin 2053 hedefleri için özel sektörün de adım atması gerekiyor. Ama önce şunu kabul etmeliyiz: Özel sektörün büyük kısmı inovasyona kapalı. Böyle bir kültür yok bu şirketlerde.

Bağnazlık, sadece yöneticilerde değil, yatırımcılarda da var. Sadece şirketler de değil, ekosistem de aynı. Yeni fikirlere yatırım yapmak isteyen girişimciler, kapı kapı dolaşıyor. Fakat kimse onlara güvenmiyor. Varsa yoksa Batı’da çalışmış bir modelin burada uygulanması. İşte bu tür yeni girişimler kolaylıkla yatırım buluyor ve bir bakıyorsunuz uçmuşlar. İsimlerini vermeme gerek yok.

Değişim istiyorsak, önce kendimizi sorgulayalım. Değişim, inovasyon çok sayıda deney gerektirir. Her deney başarıya ulaşmaz. Bu yolda başarısızlıkta vardır, hatta çoktur. İşte bunun farkında olan bir kültürel değişim bu ülkeye gerçekten sonunda çağ atlattırabilir.

Peki Türkiye’de inovasyonun kaynağı neden kamu kurumları oldu?

Çünkü özel sektör halinden memnun…

Ne uğraşacaklar bilinmeyeni çok, pahalı deneylerle, bilinen yoldan yürürler olur biter…

Teknoloji risk almayı bilenlerin işidir.