Liyakat… nefes borusu gibidir…
Tıkamayacaksın… Tıkarsan boğulursun… yaşam şansın yok olur…

Evet… başka bir deyişle… işi ehline, bilene, yapabilecek olana vereceksin ki sorun yaşama…
Bu söz aslında her şeyi özetliyor… Çünkü ehil olmak; meslek, tecrübe, deneyim ve işe yatkınlık demektir… Tabi ki bunlar bir insanın yetişmesi için kolay elde edilen şeyler değildir…
Yılların birikimi, alın teri ve emek gerekir…

Zaten liyakatin anlamına bakarsak… en basit haliyle bir göreve veya sorumluluğa en uygun olan kişinin seçilmesi demektir…
Yani işi hak edenin; bilgisiyle, becerisiyle, tecrübesiyle ve ahlakıyla o işe uygun olanın tercih edilmesidir…

Ne var ki ülkemizde işler çoğu zaman böyle yürümüyor…
Ne yazık ki liyakat yerine torpil, akrabalık, siyasi aidiyet, cemaat bağlantıları gibi faktörler öne çıkıyor… Bu durum da “işin ehline verilmemesi” sonucunu doğuruyor…

Bu anlayış kısa vadede bazılarına kazanç sağlıyor gibi görünse de uzun vadede ülkeye çok şey kaybettiriyor…
Kalite, etkinlik ve verimlilik kavramlarının içi boşalıyor…
Çalışanların motivasyonu düşüyor…
Ekip kurma adı altında adam kayırmacılık ve korumacılık, kurum kültürünü çürütüyor…

Ülkemizin uluslararası pazarlarda güçlü bir pay sahibi olabilmesi…
Kaliteli üretim yapabilmesi…
Dünyayla rekabet edebilmesi için işini bilen, tecrübe kazanmış, mesleğinde donanımlı insanlara ihtiyacı var…
Bu gerçeği artık görmek zorundayız…

Şeffaf ve objektif sınavlar…
Açık kriterlere dayalı terfiler…
Bağımsız denetim mekanizmaları…
Kayırmacılığa karşı net yasal yaptırımlar…
Bir an önce hayata geçirilmeli…

Liyakat; adaletin, güvenin ve kalkınmanın temelidir…
Liyakatın olmadığı yerde ne kurumlar sağlıklı işler… ne toplumda huzur kalır…

Bunu başarabilirsek ülke kazanır… toplum kazanır… gelecek kazanır…
Aksi halde kaybetmeye devam edeceğiz…

Ne demiştik yazımıza başlarken… Liyakat nefes borusu gibidir… tıkamayalım…
Vesselam…

*Bu siteye yazılan köşe yazıları Türkinform'un editöryal politikasını yansıtmamaktadır. Köşe yazılarındaki görüşler yalnızca yazarları ilgilendirmektedir.*